11 Ağustos 2018 Cumartesi

Başkent oluşunun 83 yılında Ankara devre dışı kalıp kalmamakla karşı karşıya…* Prof. Dr. Anıl Çeçen Tarih: 13 Ekim 2006 KONFERANS Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu


Başkent oluşunun 83 yılında
Ankara devre dışı kalıp kalmamakla karşı karşıya…

Prof. Dr. Anıl Çeçen
Tarih: 13 Ekim 2006
KONFERANS
Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Turhan Konferans Salonu


Ankara’nın tarihte öne çıkması, bir dünya başkenti haline gelmesi, bir küçük Anadolu kasabası olmaktan çıkarak yeni bir devletin, çağdaş bir Cumhuriyet’in başkenti olarak ilan edilmesinin tarihidir.

Yaklaşık 20 yıldır üniversitede ders veren bir hocayım. Her sene birinci sınıfta önüme, Türkiye’nin her tarafından öğrenciler geliyor. Kimi doğudan geliyor, kimi batıdan geliyor, kimi kuzeyden geliyor, kimi güneyden geliyor. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra yurt dışından gelen öğrencilerimiz de var.

Sevgili gençler; Anadolu’da oturanlar için değil ama Ankara’ya tahsili için gelenlerin herhangi bir kente değil, ama herhangi bir kentin dışında bir başka kente geldiklerinin bilinci çok önemli. Burası 81 vilayetimizden birisi ama bu vilayetlerin üstünde bir yere sahip. Yani devletimizin merkezi, bir başkent… Bir başkentte okumanın çok önemli kazanımları olacaktır. Çünkü Türkiye’ye, merkezden bakma gibi bir şansınız olacaktır. Son ilan edilen 15 üniversite ile beraber Türkiye’nin neredeyse vilayetlerinin dörtte üçünde üniversite oldu. Ankara yerine bir başka kentte de okuyabilirdiniz. Yani Edirne’den kalkıp Diyarbakır’da okuyabilirdiniz. Artvin’den kalkıp Muğla’da d okuyabilirdiniz. Yani Türkiye artık büyük merkezlerin ötesinde Üniversitelerinin Anadolu’ya yayıldığı hepinizin kendi kentlerinde de geldiğiniz kentlerde de üniversitenin bulunduğu bir yapıya kavuştu. Ama Ankara’nın, sizin geldiğiniz kentlerin ötesindeki anlamı, başkent olarak gündeme gelmesinin nedenleri üzerinde duracağım. Çünkü bugün 83.yılını kutladığımız Ankara’nın başkent oluşu olgusunun bir başka anlamı var sevgili gençler, o da Ankara’nın başkent olma statüsünün artık yavaş yavaş kaldırılmak isteniyor olmasıdır.

Bugün Atatürk’ün çizgisinde yayın yapan bir gazete vermiş olduğu Ankara ilavesinde ilk defa şöyle bir başlık gündeme getiriyor: Dünyadaki değişim ve dönüşüm belirli noktalara gelirken bizi de zorluyor. Evet, o gazetenin bugünkü Ankara ilavesine bakarsanız “Ankara Başkent Kalacaktır” diye yazıyor. Ankara zaten başken, o zaman neden başkent kalacaktır diye yazıyorsun? Demek ki, Türkiye’de Ankara’nın başkent olmaktan çıkmasını isteyen, başkenti Ankara’nın dışına taşımak isteyen kesimler var. Bize değişim olarak getirilen bir takım öneriler doğrultusunda Avrupa Birliği, küreselleşme, “Büyük Orta Doğu projesi” süreçlerinde, Türkiye’yi bir yerlere çekmek ve sürüklemek isteyen plan ve projelerin içerisinde, Türkiye Cumhuriyet’inin bugünkü yapısına benzer bir devletin olmadığını söylemeye çalışanlar var. Böyle bir devlet olmadığı için de başkentinin de olamayacağını, yani Ankara’ın olamayacağını söylüyorlar.

Sevgili gençler peki neden böyle bir durum söz konusu?
Bunu anlamak için yani bugünü kavramak için, mutlaka düne bakmak zorundayız. Dünü bilirsek bugünü anlarız. Bugünü kavrarsak yarını, geleceği görürüz. Eğer gelecekte nelerle karşılaşacağımızı düşünebiliyor isek bugünü mutlaka kavramak zorundayız. Bugünü kavramak için de dünü bilmek durumundayız.

Bugün Anadolu’da Ankara’nın dışında 16 önemli kent tarihin belirli dönemlerinde başkentlik yapmıştır. TRT Kurumu bir dönemde, bir araştırma ve bir yayın dizisi hazırlatmıştı. “Anadolu Başkentleri” diye. Şimdi bakın böyle Anadolu başkentleri diye baktığınız zaman, Edirne, Bursa, İzmir, Konya, Trabzon, Kayseri, Van başkent olmuş bir zamanlar. Anadolu’nun her yerine yayılmış bu başkentler tarih boyunca hep var. Demek ki tarihin her döneminde Anadolu’da başkentler olmuş. Eğer bugün Anadolu’da tarihten gelme 16 başkent varsa bu değişen dönemleri, değişen devlet yapılarını, değişen siyasi yapıları gündeme getiriyor demektir. İşte bu noktada farklı devletler ortaya çıktığında o farklı devletlerin de başkentleri gündeme geliyor. Çünkü devlet dediğimiz olgu bir ülkeye sahip olmak demektir. Burada devlet ne tür bir ülkeye sahip olacak, gene tarihe bakalım. Tarihe, insanlık tarihi açısından baktığımızda ki, bugün batıyı Batı yapan sürecin eski Yunandan başladığını, onun da Mezopotamya’dan geldiğini görürüz. “Mezopotamya’da, Mısır’da, eski Yunan’da ve Roma’da…”. Dünyanın en büyük imparatorluğu olan Roma İmparatorluğu bir kent adını taşıyor, ulus adını değil. Roma önce bir kenttir, sonra İtalya’nın başkentidir, sonra da bir imparatorluğun başkentidir. Şimdi böyle baktığımız bir noktada demek ki kentler önem kazanıyor ve başkent olma durumuna göre de devlet yapıları ortaya çıkıyor, ya da tam tersi oluyor. Değişen devlet kurumu yapısına göre yeni başkent olma durumları da ortaya çıkıyor. Yaşam dünya tarihinde belirli coğrafyalarda yoğunlaşınca o yoğunlaşmaya ve güç kaymasına göre merkezler de değişiyor. Böyle bir süreç içerisinde bir devlet ancak merkezini, başkentini, gücünü elinde tutarsa başkent olmaya devam edebilir. Yoksa güç kayması olursa -ki güç kayması diye bir olgu vardır- o zaman devletin merkezi de kayar ve güç bir başka merkeze geçer. Devlet ve o merkez bir başka devleti kurabilir. Şimdi bunun çok örnekleri var. Mesela İspanya’da 800 yıl Endülüs devleti kurulmuş ama zamanla kaymalar olmuş; o kaymalarla başkent değişmiş, başka düzenler kurulmuş. Yine Osmanlıda da benzer kaymalar olmuş. Önce başkent Bursa’da, sonra Edirne’de, daha sonra İstanbul’un fethinden sonra da İstanbul’a gelmiş. Cumhuriyet kurulurken kurtuluş savaşı Anadolu’da verilmiş, Osmanlı İmparatorluğunun merkezi İstanbul olmaya devam ederken ilan edilen milli sınırlar içerisinde yeni bir merkez olarak Ankara da başkent olarak ilan edilmiş.

Biliyorsunuz Atatürk önce Samsun’a çıkıyor, daha sonra Amasya tamimi ile milletin kurtulacağını, millet olarak bir kurtuluş savaşı verileceğini bütün dünyaya ilan ediyor. Bunun için halkı örgütlemek üzere önce Erzurum’a gidiyor Doğu Anadolu’yu örgütlüyor, daha sonra Sivas’a geliyor, Sivas’ta Doğu ile Batı’yı birleştiriyor. Yani Misak-ı Milli sınırları içerisinde Anadolu’nun Doğusuyla Batısı bir araya geliyor. Sivas’ta Cumhuriyetin kuruluşunun ilk adımı atılıyor. O adım da, Ankara’da yeni bir devletin kurulmasıdır. Ankara düşüncesi, Sivas kongresinden sonra gündeme geliyor. Çünkü Kurtuluş Savaşının devam ettiği noktada belirli bir merkezden yürütülmesi ihtiyacı Ankara’da gerçekleşiyor.

Sevgili gençler peki niçin Ankara?
Ankara bir Anadolu kasabası, yani Anadolu’nun eski büyük kentlerinden birisi değil. Konya Anadolu’nun eski büyük kentlerinden birisi. Kayseri böyle. Erzurum böyle. Hatta İzmir. Hatta Adana. Bunlar çok eski merkezler tarihin çeşitli dönemlerinde. Ama Ankara merkez değil. Peki, o zaman neden Ankara’nın merkez olması gündeme geliyor? Çünkü değişen siyasi koşullarda ortaya çıkan tablo, imparatorluğun çökmesinden sonra geriye kalan merkezi devletin gücünün kaybolarak alanının boş kalması ve o alanın milli sınırlarla yeniden belirlenmesi noktasında. Yani Osmanlı imparatorluğu yıkılırken son toplantıda alınan karara göre Misak-ı Milli sınırlarının bugünkü bizim milli sınırlarımızın çizildiği bir vatan parçası ortaya çıkıyor. İşte o vatan parçası ortaya çıktığında başkentin merkezi bir konumda olması gerekiyor.

Başkentler belirlenirken ülkenin durumuna bakılır ve ona göre merkezi bir yapı seçilir. Merkezi yapı, öyle bir konuma sahip olacak ki, ülkenin her yerine, her noktasına, anında kolayca ulaşabileceğimiz bir yapıda olması gerekir. Aslında Sivas Kongresi yapılırken önce Sivas’ın başkent olması düşünülüyor. Fakat Sivas’ın Batı Anadolu’ya uzak olması ve Mustafa Kemal’ın Ankara’yı daha merkezi olarak gördüğü içindir ki, Sivas yerine -kurtuluş kongresini Sivas’ta yapmasına rağmen- Ankara’yı başkent olarak seçiyor. Ama o sırada Ankara küçük bir kent daha, büyük bir kent değil. Yani henüz Anadolu’nun yaşamında etkin değil. Ama Konya ve Kayseri gibi merkezi şehirler de var. Önce Konya’yı düşünüyor. Çünkü Selçuklular döneminde biliyorsunuz Konya bir ara merkez konumunda. Fakat Konya’daki bu eskiden kalma tutucu muhafazakar bir çevrenin varlığı nedeniyle -ki Atatürk’ün kafasında Cumhuriyeti ilan etmek var. Bir devrim gerçekleştirerek çağdaş bir ulus devleti kurmak var. Laik bir düzen kurmak var. -İşte Konya’da bunları yapamayacağını görüyor. Konya’daki o muhafazakar yapı buna engel olabilir, Konya tutucu kalabilir. Bu nedenle de yeni bir Cumhuriyet rejimi kurulamayabilir. Bu noktada Konya çekiliyor ve Kayseri gündeme geliyor. Kayseri biliyorsunuz, Kayzer isminden geliyor ve Bizans’ın en önemli merkezlerinden birisidir Kayseri. Görünen o ki, şimdi de yeniden merkez oluyor. Kayseri Doğu Anadolu’ya yönelik yapılanmada özellikle Büyük Ermenistan projesi bugün Kayseri üzeriden yürütülüyor. Büyük Kürdistan projesi nasıl Diyarbakır üzerinden yürütülüyorsa geleceğe dönük büyük Ermenistan projesi de Kayseri üzerinden yürütülüyor. Çünkü Kayseri ekonomik yapıda hem dışa çok açık, hem de sermaye yapılanması noktasında gayrimüslim unsurların rahat hareket edebildikleri bir yer. Kayserinin eski Bizans’tan gelme yapısı, o Selçuklu-Osmanlı döneminde de devam ettiği için Mustafa Kemal, İstanbul’dan çekinirken aynı çekingenliği Kayseri karşısında da gösteriyor. Çünkü Kayseri de bir başkent ve sermaye ilişkileri nedeniyle dış etkilere açık olabilir. Dış etkilere açık bir yapılanmada bağımsız bir devletin merkezini kuramayabilirsiniz. Ama Anadolu’nun merkezinde böyle küçük bir kasabayı alıp da yeni -çünkü yeni bir devlet kuruluyor- bir başkent kurulursa, o zaman dış inisiyatifin etkisi daha az olabilir veya dış yönlendirme gelirse daha rahat bir savunma yapılabilir. Mustafa Kemal işte bu düşünceyle Kayseri ve Konya’dan vazgeçiyor, Sivas’ı da Batı Anadolu’ya uzak gördüğü içindir ki seçmiyor ve Ankara’yı başkent olarak belirliyor.

Şimdi arkadaşlar kent isimlerini söylerken bazılarınızın gülümsediğini görüyorum. Yani içinizde Sivaslı vardır, Kayserili vardır. Konyalı da vardır, olabilir. Ben burada bir bilim adamı olarak konuşuyorum. Konuşmalarımda sizin özel bağlantılarınız varsa o tabi ki konunun genelliği içinde alınması gerekir. Ben burada Ankara’dan bakıyorum ve halen Türkiye Cumhuriyetinin başkenti olduğumuz içindir ki bütün cephelere eşit mesafeden bakıyoruz. Ama maalesef, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra meydana gelen değişik süreçler içerisinde yani o demir perde denilen dünyanın yarısının dünyaya kapalı olduğu dönem ortadan kalkınca dünyanın merkezi alanında bir büyük boşluk ortaya çıktı. Yani 15 tane devlet bağımsız oldu. Orta Asya ülkeleri, Kafkasya ülkeleri, Baltık ülkeleri Sovyet Cumhuriyetleriydi, ayrıldılar. Balkanlarda Sosyalist sistemler vardı, onlar da koptu ve ondan sonra birde baktık ki, Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya dünyaya açık hale geldiği noktada emperyal güçlerin ve merkezlerin geleceğe dönük dünya hegemonyasında bu bölge ana bölge haline geldi. Amerika böylece ortaya çıktı. Amerika, Alman stratejisini ortaya koydu. Zbigniev Brezinski’nin “Satranç Tahtası” kitabında, Amerikanın artık Sovyetler Birliği sonrasında bu bölgeye başka türlü baktığı ortaya çıkıyor. Daha sonra Sovyetler Birliği varken bize çok yakın duran Avrupa’nın zamanla bizden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığını gördük. Halbuki aramızdaki protokoller gereği Türkiye çoktan Avrupa’ya daha yakın olması, çoktan Avrupa’nın içerisine üye yapılması gerekirken bir de baktık ki Avrupa bizi oyalamaya ve Türkiye’nin üyelik sürecini olabildiğince geciktirmeye başladı. Ama bu arada Türkiye’de yapısal değişiklikleri gündeme getiren planlarını da ortaya koydu. Bir de baktık ki, biz Avrupa’nın her istediğini yapıyoruz. Mesela 8 tane uyum paketi çıkarıldı. Bir baktık ki 8 uyum paketinden sonra bizim gücümüz yarı yarıya azalmış, devlet yapımız yarı yarıya tasfiye edilmiş… Ankara başkent olma konumunu yarı yarıya kaybetmiş ve başkent merkez olarak Ankara’nın bölgedeki ve ülkedeki ağırlığı azalmış. Artık belirli bölgeler hatta büyük kentler Ankara’nın siyasi çizgisinin dışına çıkarak yavaş yavaş başkentin dışında hareket etmeye başlamışlar.

Sevgili gençler gördüğünüz gibi içinde yaşadığımız bu süreç sadece iç dinamiklerle değil ama içerisinde bizim de yer aldığımız dünya haritasında yani küresel oluşum süreci içerisinde belirleniyor. Gündeme gelen konjonktürel değişikliklerin bu bölgeye yansıması sonucunda yeni bir dönemin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu yeni dönemde her şeyin yeniden ele alınıp tartışılması gerektiği ortaya çıkıyor. Türkiye’nin hem bugünkü yapısı, hem de Ankara’nın başkent olup olmayacağı meselesi bugün de yeniden tartışma konusudur. Elbette Ankara’nın başkent olması Ankaralılar için büyük bir gururdur. Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından bakarsanız, devletler devamlıdır ve devletlerin sürekliliği esastır. Her devlet kurulu bulunduğu ülkenin başkentinde yaşar ve orada devam eder. Bugün bütün dünya devletlerinin birer başkentleri vardır. Ayrıca o devletlerin bir de ülkeleri vardır ve o ülkeler de başkentlerden yönetilir. Çünkü devletin örgütlenmesi başkenttedir. Ama şimdi küreselleşme süreci içerisinde ortaya çıkan tabloya baktığımızda, artık yavaş yavaş bazı başkentlerin devre dışı bırakılmaya çalışıldığını, -başkentlerin ötesinde- dışa açık yapılanma süreci içerisinde her ülkenin her devletin yeniden yapılanmaya doğru sürüklenmeye başlandığını görüyoruz.

Bakın son bir aydır, hatta birkaç aydır resmi olarak basına yansıyan bir konu var. Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması meselesi… Dünyanın bütün ülkelerinde merkez bankaları başkenttedir. Türkiye’de, durduk yere pat diye karar veriyorlar ve efendim diyorlar: Merkez Bankası’nı İstanbul’a taşıyalım! Öncesine bakıyoruz, Atatürk’ün Anadolu’da ulus devleti kurmak ve ona bağlı bir ulusal ekonomi oluşturmak üzere Hindistan’dan gelen Hint Müslümanlarının yardım parasını bloke ettiğini ve sonra da bu paralarla banka kurduğunu görüyoruz. Bu bankanın merkezinin başkent Ankara’da kurulduğunu, adının ise İş Bankası olarak konulduğunu ve İş bankası aracılığıyla Anadolu’da bir ulusal ekonomi yaratıldığını görüyor ve biliyoruz. Bugün İş Bankası’nın genel müdürlüğü de İstanbul’a taşınmıştır. Şimdi yavaş yavaş özel bankalar da genel müdürlüklerini İstanbul’a taşıdılar. Hatta bazı kamu bankalarını satarak -mesela Şekerbank satıldı, el değiştirdi- sonra genel müdürlüğünü İstanbul’a taşıdılar. Yavaş yavaş kalkın arkadaşlar diyorlar, Ankara’dan taşınıyoruz. Nereye taşınıyoruz? İstanbul’a. İstanbul yeniden başkent mi oluyor yoksa? Çünkü bu bölgenin tarihine bakarsanız 622 yıllık İmparatorlukta İstanbul başkent, ondan önceki döneme bakarsanız 1000 yıllık Roma Bizans döneminde gene Kostantinapolis başkent. Zaten Avrupa gazetelerine bakarsanız bir türlü İstanbul kelimesini kullanmıyorlar. Çünkü Anadolu’daki Müslümanlık yapısını kabul etmiyorlar. Anadolu’daki Türk yapılanmasını kabul etmiyorlar. İstanbul’la ilgili haberlerde Yunan gazetelerinin yazdığı gibi hala İstanbul yerine Kostantinapolis olarak yazıyorlar. Fener Rum Patrikhanesini de merkez kabul ederek nasıl bugün Katolik dünyasının merkezi Roma’daki Vatikan ise İstanbul’daki Fenerde bulunan patrikhaneyi de Doğu Hıristiyanlığının yani Ortodoks dünyasının merkezi haline getirmek istiyorlar. Tıpkı eski Bizans’ta olduğu gibi… Fener Rum Patrikhanesi Hıristiyan bir devlet yapılanması hedefli olduğu için etkin bugünlerde. Fener Rum Patrikhanesini aynen Vatikan statüsüne benzer bir statüyü getirerek orayı bir din devletine dönüştürmek istiyorlar. Ortadoğuyla ilgili yayımlanan yeni haritalara bakarsanız, -Amerikalılar son zamanlarda biliyorsunuz silahlı kuvvetler dergisinde Ortadoğu’nun “Büyük Ortadoğu Projesi” doğrultusunda yeni haritasını yayınladılar- Ortadoğudaki bütün devletlerin harita üzerinde parçalandıklarını görüyoruz. Sadece Türkiye değil İran da parçalanıyor. Sadece Irak değil Suriye de, Suudi Arabistan da parçalanıyor. Ve orada bakıyoruz ki mesela Mekke ve Medine’nin de Vatikan gibi bir kutsal din devletine dönüştürülmesi planları var. Mekke ve Medine biliyorsunuz haccın yapıldığı kutsal coğrafyadır. Orada ayrı bir devlet yapılanması var. Değişen koşullarda emperyal güçler, Amerika ya da Avrupa merkezli ya da onların arkasındaki ekonomik ve siyasi örgütlenmenin patronu olan İsrail merkezli olarak bu bölgede yeni haritaları gündeme getirdiklerinde -ki İsrail de bir din devleti Vatikan gibi- ve İsrail’in şu an bir yazılı bir Anayasası bile yok. Anayasası olmadan yönetiliyor şu anda İsrail. Çünkü İsrail’in Anayasası Tevrat… Dine dayalı, din esaslı bir devlet. Peki, bu devletin hukuk düzenini nasıl kurmuşlar? Her alanda temel kanunlar çıkartıyorlar ama Anayasa yok. Çünkü din devleti olduğu için Anayasa ve hukuk olarak Tanrı buyruğunu, yani Tevrat’ı kabul ediyorlar.

Sevgili gençler, bunları niye anlatıyorum? Çünkü Sovyetler Birliği sonrası dönemde bu bölgenin geleceğine dönük hem eski planlar devreye sokulmuş vaziyette hem de yeni koşullarda yeni planların gündeme taşındığını görmekteyiz. Bu planlarda Irak diye bir devlet yok. Zaten bakın kaldırdılar ve Amerikan işgalinden sonra Irak’ta yeni bir devlet de kurulamıyor hala. Suriye diye bir devlet yok. Diyorlar ki Suriye bir devlet ama suni, yani Suriye milleti diye bir şey de yok. Suriye’de bir sürü insan yaşıyor ama öyle bir devlet yok. Türkiye diye bir devlet yok. O da suni ve olamaz diyorlar. İran diye bir devlet de yok; onlara göre bu da suni. Peki, buralar ne onlara göre? Burada büyük bir araziler var ve bu arazilerin üzerinde insanlar yaşıyor ama bu insanlar birer millet değil; milli devletleri de yok. Türk milletinin varlığını kabul etmiyorlar ve diyorlar ki Anadolu’da da milli devlet yok, o zaman milli başkentte de gerek yok. Eskiden olduğu gibi Anadolu Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde daha büyük bir gücün kontrolüne nasıl girdiyse bugün bu coğrafyayı büyük bir güç olarak gene örgütleyelim diye düşünüyorlar. Ama burada artık böyle eskiden kalma İran’mış, yok Türkiye’ymiş, Suriye’ymiş, Irak’mış böyle devletler olmaz. Biz bu bölgeyi bölgesel bir yapılanmaya dönüştürürüz ama mevcut devletlerle değil mevcut devletleri küçülterek, parçalayarak ve eyaletlere bölerek. Amerika Birleşik Devletleri nasıl 50 eyaletten meydana geliyorsa, Ortadoğu’da da Türkiye, Irak, İran, Suriye, Arabistan hattında bir bölünmeyi gündeme getirip küçük eyaletler oluşturup, Ortadoğu’da da “Ortadoğu Birleşik Devletleri”ni kurarız; bunun başkenti de Kudüs olur diyorlar.

Bu bölgedeki haritayı, devlet yapılarını değiştirirseniz ortaya 2 tane yeni başkent adresi ortaya çıkıyor. Biri İsrail merkezli yapılanma ve başkenti Kudüs; öbürü ise Amerika ve küreselleşme merkezli bir yapılanma ve başkenti İstanbul. Bunu da size tam da Ankara’nın başkent oluşunun 83. yıldönümünde anlatıyorum. Evet, Ankara yok; Şam da yok, Bağdat da yok, Tahran da yok. Bunlar başkent değil çünkü. Peki ne? Küçük küçük parçalı bir yapı gündeme getiriliyor.

Biz önceleri Türkiye’de tanıştığımız bir yabancıya nerdensiniz diye sorduğumuz zaman Erzurumluyum, Sivaslıyım, Muğlalıyım, Adanalıyım diye kent ismi söylerdik. Şimdi bu bitti. Şimdi herkes birbirine şunu soruyor: kimsin, nesin? Yani etnik kökenin ne? Dinsel kökenin ne? Annen, baban hangi kökenden geliyor? Buna geldi iş. Şimdi buna geldiği noktada alt kimlikler, kökenler araştırıldığı aşamasına gelindiğinde, yani etnik ve dinsel kökenlere girdiğimizde bu noktada öncelikle millet olma gerçeğini inkar ediyoruz demektir. Türk ulusu diye bir ulusun varlığını inkar etme noktasına geliyoruz ve bu bizi yavaş yavaş alt kimliklere doğru götürürken, alt kimlikli oluşumlar öne çıkmaya başlıyor. Yani mesela Başbakanımız bile çıkıp “ Ben Türkiyeliyim” diyebiliyor. Türküm diyemiyor. Daha sonra sözünü geri alma noktasında gidip Türk Dünyası ile beraber Antalya’da demir dövdü ama 4 senedir Başbakan. Ben Türküm diyemedi, Ben Türkiyeliyim dedi. Çünkü çok ciddi siyasi baskı var üzerinde. Çünkü o siyasi baskıları dayatan siyasi merkezlerin bu bölgede kendi hegemonya çıkarları, ekonomik çıkarları, petrol haritası ve su meselesinde ki çıkarları var. İnsan hayatını, ekonomiyi ve dünya düzenini devam ettirecek kaynaklar bu bölgede.

Dünyanın merkezi coğrafyasında yaşıyoruz. Türkiye de, bu merkezi coğrafyanın merkez ülkesi. Türkiye’nin de başkenti Ankara. Ama şimdi bizim irademiz dışımızda bu bölge için bir takım planlar ve programlar gündeme geliyor. Bizim dışımızda Türkiye’nin devlet olma konumu ve tabi ki Ankara’nın da başkent olma konumu tartışılıyor. Ankara’nın elinden başkent olma hakkı alınmaya çalışılıyor. Bu da demokrasi adına yapılıyor. İnsan hakları ve ekonomi adına yapılıyor. Avrupa Birliği ve küreselleşme adına yapılıyor. Bölgeselleşme adına yapılıyor. Gördüğünüz gibi “eh IMF haklı, IMF bunu istedi” öyleyse yapalım yolunda ilerliyoruz. IMF ekonomik bir kuruluş ama sizden ne istiyor: Kamu Yönetimi Reformu. Yani Ankara’daki devleti tasfiye edin, Ankara’daki 15 tane bakanlığı kapatın. Bakanlık yetkilerini belediyelere, kentlere devredin…

İnsanlık tarihine bakarsanız, ilk devlet modelinin kent devletleri modeli olduğunu görürsünüz. Bu Mezopotamya’da da böyledir, eski Yunan’da da. Atina ve Isparta da kent devletleridir. Sonra tarih sahnesine Makedonya İmparatorluğu çıkar. Roma da bir kent devletidir. Sonra Roma İmparatorluğu çıkar ama yıkıldığı zaman Venedik ve Ceneviz kent devletleri olarak Akdeniz ticaretine hakim olurlar.

Devlet dediğimiz zaman çok çeşitli devlet biçimleri vardır. İmparatorluk devletleri vardır. Krallık devletleri vardır, ülke devletleri vardır, ulus devletleri vardır, sömürge devletleri vardır, eyalet devletleri vardır, kent devletleri vardır. 21. yüzyılının kent devleti modelini küresel emperyalizm, Singapur adasında inşa etmiştir. Singapur hem bir şehirdir, hem de bir devlettir. Bir ada üzerinde, en son teknolojilerle kurulmuş 21. yüzyılın kent devletidir. Küresel sermaye bütün dünyayı kendi kontrolüne almak ve bugünkü ulusal devlet yapılarını tasfiye etmek istemektedir. Bu nedenle de 20. yüzyıla girerken, dünyada 20 devlet varken, çıkarken 200 devlet vardır. Bugün Birleşmiş Milletlere üye 200 civarında devlet var. Koskoca Sovyetler Birliği de bir devletti ama şimdi onun yerini alan Rusya da koskoca bir devlet ama onun yanında küçücük Malta adası da bir devlet. Bugün Birleşmiş Milletlere bakın, Rusya Federasyonu da, o büyük arazisi ve nüfusuyla Çin de büyük birer devlet ama küçücük Malta adası da bir devlet.

Tabii ki dünyada hukuken böyle bir düzen var. Ben de bir hukukçuyum -devletler hukukçusu- ama buna karşı diyorlar ki, küçücük Malta da bir devlet ama sizinki olmaz diyorlar. Yani ya bütün devletler küçülecek ve Singapur gibi şehir devletlerine dönüşecek ya da Sovyetler Birliği sonrası Rusya Federasyonu gibi, Çin gibi, Hindistan gibi büyük devletler oluşacak. Mesela bugün Brezilya’nın öncülüğünde bütün Güney Amerika bir Latin devletine dönüşüyor. Brezilya öncü, büyük devlet olarak gündeme geliyor. Biz kuzeyde ki Kuzey Amerika’yla uğraşırken aslında Güney Amerika’da işte Chavez’ler, Lula’lar çıkıyor Castro’nun izinden gidiyorlar antiemperyalist çizgide ve Brezilya, dünyanın en büyük devletleri arasına giriyor 6.büyük devlet olarak ve arkasında bütün Latinleri taşıyor. Devlet deyince müddeti de var ama yarın belki Brezilya’nın öncülüğünde bir Latin Federasyonu kurulacak. Güney Amerika kıta devleti olacak bugünkü Hindistan, Çin veya Rusya gibi. Elbette bu devlet modelleri meselesi de ülkelerin devlet biçimini etkiliyor ve tabii böyle bir süreç içerisinde de kentler etkileniyor. Kentlerle beraber bölgeler de etkileniyor, bölgelerle beraber yeni başkentler ortaya çıkıyor veya eski başkentler geride kalıyor.

Bu yüzden şimdi Türkiye’de de Ankara’nın devre dışı kaldığı bir yapılanma görüyoruz. Nasıl görüyoruz? Bunu büyük iş adamları da, sayın Başbakan da, basının önde gelenleri de söylüyorlar. Gidiyorlar Diyarbakır’a ve diyorlar ki, Diyarbakır’la Bağdat’ı bir araya getirecek bir Mezopotamya yapılanması, bir büyük Ortadoğu’da Diyarbakır Ortadoğu’nun merkezi olacak! Bir de bakıyoruz ki Diyarbakır Ankara’dan kopmuş Bağdat’a yaklaşıyor. Şimdi böyle bir noktada Ankara’nın bir başkent olarak Doğu’da ve Güneydoğu’da etkili olmasını düşünebilir misiniz? Mümkün değil. Böyle bir çerçeveden baktığınızda bu yeni durum, Türkiye’yi her yönü ile etkilemektedir. İsrail’in Türkiye üzerindeki ve bölgedeki etkisi, bir büyük İsrail projesi kapsamında küresel emperyalizmi kullanması, Amerika’yı yönlendirmesi bu politikaların sonucu… Bakın bugün biz mesela Fransa ile karşı karşıya geliyoruz. Tam Fransa ile karşı karşıya gelip Avrupa Birliğinden kopacağımız bir noktada kendi ülkesi Türkiye’ye küfür eden bir Türk yazara Nobel ödülü veriyorlar. Masum bir tesadüf değildir bu. Yatıştırma ve kamuoyu dengelemeleridir.

Dünyaya böyle bakacaksınız sevgili gençler. Demek ki dünyayı yönlendiren büyük güçler var. Bu güçler değişen koşullara göre politikalarını da değiştiriyorlar ve hiçbir şey kalıcı değil. Bu öyle bir süreç ki, içerisinde çok hızlı ve başka başka değişim süreçleri yaşanıyor. Güç dengeleri değişti mi ister istemez güç kaymaları da oluşuyor.

Dünya tarihine bakarsanız güç kaymaları 20. yüzyıla kadar hep doğudan batıya doğru olmuştur. 20. yüzyılda, I. Dünya Savaşı ile birlikte ise güç kaymaları batıdan doğuya yönelmiştir. Yani bizler burada hiçbir şey yapmasak, sadece kendi hayatımızı yaşasak ve bu ülkede var olup dünyaya kapansak bile bizi rahat bırakmazlar. Çünkü şu dönemde batıdan doğuya doğru bir güç kayması var dünya dengesinde, dünya yönetiminde. Çünkü yüzyıllarca doğudan batıya giden süreç Amerika’da bir dünya gücüne dönüşmüş ve şimdi yavaş yavaş yeniden Amerika ile Avrupa üzerinden dünyanın merkezine doğru geliyor. Güç ya merkezde yapılanacak ve İsrail merkezli Kudüs’ün başkent olduğu bir yapılanma oluşacak, ya da bunun alternatifi İstanbul merkezli, İstanbul’un başkent olacağı bir bölgesel yapılanma eski Osmanlı Hinterlandında gerçekleşecek. Ya da bu güç burada durdurulamayacak, merkezde kontrol edilemeyecek ve doğuya kayacak, Pekin merkezli Çin’e doğru gidecek.

İşte kavga tam da burada; yani bu güç Çin’e mi yoksa doğuya mı kayacak? Yoksa batıdan gelerek yeniden dünyanın merkezinde mi örgütlenecek? Bu örgütlenme yapılırken de bugünkü devlet modelleriyle bu işin olmayacağı düşünülüyor. Bu nedenle de bugünkü devlet yapıları ile başkentler devre dışı bırakılacak, dünyanın merkezinde bulunan bu coğrafyadaki devletlerin yer aldığı bu bölge bir bütünsellik içerisinde bir büyük devlete dönüştürülecek. “Büyük Ortadoğu Projesi” denilen şey işte böyle bir şey… Amerikanın “Büyük Ortadoğu Projesi” bu coğrafyaya hakim olma projesidir. Amerika’yı işgal etmiş Evanjelik tarikatının kontrolünde ki Siyonist lobiler de Amerikan gücünden yararlanarak “Büyük İsrail Projesini” gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Ayrıca bunlarla beraber –Avrupa da Almanya-Fransa ekseninde bu projeyi devre dışı bırakmak üzere- Avrupa’nın merkez olacağı bir “Büyük Avrupa Projesi”ni, Atlantik’ten Urallar’a kadar Avrupa Birliğinin öncüsü olan De Gaulles’ün fikirleri öncülüğünde gerçekleştirmeye çalışıyorlar.

Şimdi bu coğrafya’ya dünyanın egemenlerinin gözleriyle baktığımız zaman, devlet yapılarının ve başkentlerin, milli yapıların devre dışı kaldığını, kalması gerektiğini hemen fark ederiz. Yine ayrıca bütün emperyal güçlerin bölgeye el koymak için, bölgedeki bütün ülkeleri bir bütünsellik içerisinde gördüklerini, ya “Büyük Ortadoğu”, ya “Büyük Avrupa”, ya “Büyük İsrail” ki Büyük Avrupa’nın uzantısı da -eğer İstanbul yeniden Bizans merkezi haline gelirse- yeni Bizans projesidir. Çünkü Bizans, İstanbul merkezli Ortadoğu’yu da kontrol eden bir yapıdır. Yani Doğu Roma İmparatorluğudur. Bu merkezler bölgeye böyle bakarlar. Bugün Avrupa Birliği’nin bir iç ihtilaf nedeniyle kesilmesiyle karşı karşıyayız. Bakın arkadaşlar bunu özellikle vurguluyorum: Avrupa Birliği süreci bitmiştir. Kendi açılarından da bitmiştir, dünya açısından da bitmiştir, bizim açımızdan da bitmiştir. Ama tam tersine bunu varmış gibi gösterip uyguluyorlar. Neden derseniz, çünkü artık aralarında anlaşamaz hale geldiler. İspanya ve Polonya’nın İtalya, İngiltere, Fransa üçgenindeki dengeleri bozması nedeniyle Avrupa Birliği Nice zirvesinden sonra iç kavgaya girmiştir. Bugün çok ciddi iç ihtilafları var. Ama dışarıya yansıtmıyorlar ve Avrupa Birliğinin ana ekseni olan Fransa ve Almanya ekseni koptuğu içindir ki Almanya bugün Rusya ile beraber hareket ediyor; Fransa ise Akdeniz’e kaydı. Yeniden Atlantik okyanusuna kaydı. İngiltere ve Amerika’yla işine geldiği gibi küresel politikalarda birlikte hareket ediyor ama Fransa aynı zamanda İsrail’le yakınlaşarak bir Akdeniz Birliğini gündeme getiriyor.

İşte bütün bu gelişmeler bu bölgeye yansıdığında İstanbul birden öne çıkıyor. Sermaye ilişkileriyle, medya ilişkileriyle İstanbul öne çıkıyor ve tabii ki hem Avrupa Birliği sürecindeki uyum paketleriyle, hem küresel süreçteki projelerle, hem Amerikanın büyük Ortadoğu ve İsrail’in Büyük İsrail projeleri çerçevesinde Ankara’nın da etkisini kaybetme noktasına geldiğini görüyoruz. Bu çerçevede Ankara’nın başkentliği artık tartışılıyor. Ankara’daki devlet kurumları, kamu kurumları yavaş yavaş önce ekonomik kuruluşlardan başlayarak ki önce özel bankalar, sonra kamu bankaları, şimdi de devletin elinden alınan üst kurullar -ki Telekom üst kurulu çoktan karar verdi İstanbul’a taşınmaya- ve diğer alanlardaki üst kurulları da taşıyarak İstanbul üzerinden bölgenin yönetilmesi projesi kapsamında uygulamaya sokuluyor. Çünkü Amerika planına bu daha uygun… Tabii burada ana problem Avrupa Birliği sürecinin bittiğinin henüz aydınlığa kavuşmamış olması ve bu çerçevede Amerika ve Avrupa’yla, Balkanlar üzerinde, Karadeniz’de Rusya’yla çok ciddi bir çekişmenin son 5 yılda hızla gündeme gelmesine de dikkat çekilmelidir. Bunlar tümüyle gizleniyor ama bu çekişmeler çok ciddi boyutlarda yaşanıyor ve artık gizlenemez hale gelmiş durumda.

Peki, biz neredeyiz sevgili gençler? 
Türkiye nerede ve Ankara nerede?
Şimdi bakınız, biz bu toplantıyı, bu konuşmayı Diyarbakır’da yapmıyoruz. Bu konuşmayı Trabzon’da ya da başka bir kentte de yapmıyoruz. Ben birkaç sene önce Urfa’ya gittiğimde Urfa’da Barolar Birliğinin bir sempozyumunda konferans verirken “İnsan Hakları Küresel Boyutta ne noktada” konusunda konuşup anlatıyorum, Güneydoğu barosu avukatlarından kalabalık bir grup beni dinlerken birden ayağa kalktılar ve itiraz ettiler, üzerime yürüdüler. Dediler ki: bırak dünyayı sen buraya bak, burası ne olacak? Bu kişiler, Güney Doğu’daki avukatlar -ki çoğu bizim öğrencilerimiz- artık Türkiye’yi bırakmışlar her konuya tamamıyla “Kürdistan” merkezli bakıyorlar. Halbuki, ben Ankara’dan gelmişim, Türkiye Cumhuriyeti Başkentinden, onlara Türkiye Cumhuriyeti’nin hukukunu anlatıyorum ve dünyadan örnekler veriyorum insan hakları alanından ama onlar bunu bile dinleyemiyorlar, tahammül edemiyorlar. Bu halka yönelik bir toplantı değil, bu bir bilimsel toplantı ve orada Güneydoğu Barolarına bağlı avukatlara bunları anlatıyoruz. Avukatlar ki hukuk adamlarıdır, mevcut anayasa ve yasalara uygun çalışmak durumundadırlar. Ama onlar kafalarını hukuka, Anayasaya değil Diyarbakır merkezli Kürdistan’a ayarlamışlar. Çünkü Avrupa Birliği bunu destekliyor, bunu teşvik ediyor. Her gece uydu üzerinden Kürtçe yayınlarla Doğu, Güneydoğu, Türkiye’den kopartılmak ve Diyarbakır başkent yapılmak isteniyor. Diyarbakır’a gidin kebapçıların adı bile Başkent Kebapçısı. Şimdi tam da böyle bir noktada Türkiye’de hem bir devlet krizi var, hem de bir başkent krizi ister istemez yaratıldı. Bu nedenle ben neredeyse 15 senedir, medyadaki konuşmalarımda, açıklamalarımda hep şunu söylerim: Ankara-İstanbul kavgası...

Şimdi gelelim sadede. Değerli gençler bugün Ankara deyince aklımıza devlet gelir, ordu gelir, bürokrasi gelir. Çünkü Ankara eğer başkentse devlet buradadır, bürokrasi buradadır ve ordu buradadır, silahlı güç buradadır, güvenlik güçleri buradadır. Amerikanın planına göre ordunun küçültülerek profesyonelleştirilip Konya’ya taşınması gündemdedir. O nedenle yıllarca Konya ovasının sulanmasını önlemişlerdir. Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusundaki ana proje GAP projesi değildir. GAP Türkiye için değil İsrail için yaptırılmıştır. 1950’den sonra Türkiye’de, Amerikan baskısıyla Türk devletinin planları Güneydoğuya kaydırılmıştır. Şimdi Güneydoğudan sesler yükselmekte ve devlet Güneydoğuya bakmıyor diye feryatlar yükseltilmektedir. Hayır, devlet Cumhuriyet döneminin en büyük yatırımını Güney Doğuya yapmıştır. Tam bu yatırımların sonucunu görme noktasında “bir dakika burası Türkiye değil” diyorlar. 50 senedir oraya yatırım yapacağız, ondan sonra bir başka devlet çıkıp yapılanlardan o yararlanacak. O zaman karar vermemiz gerekiyor: biz devlet miyiz, değil miyiz? Ankara başkent mi değil mi, birbirimize sormamız gerekir? Bu iş bugün bu kadar hayati…

Şimdi sevgili gençler Ankara deyince aklımıza önce devlet kavramı geliyor. Gelmek durumunda, çünkü devlet de bürokratik örgütlenme olmadan olmaz. Bu şu demektir: bütün kamu kurumlarının merkezi Ankara’da olacak. Çünkü Anayasamızdaki ilgili maddeye göre Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’dır. Bu madde değiştirilemez maddelerden birisidir. Atatürk gelecekte olabilecekleri gördüğü içindir ki değiştirilmesi teklif dahi edilemez diyor.

Bugünkü hükümet birkaç kez Anayasa değişikliği hazırladı. Bu anayasa değişikliğini bugünkü hükümete hazırlatan emperyal merkezler anayasada değiştirilmeyeceği yazılı maddelerin de değiştirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Diyorlar ki, bu da kul yapısıdır Allah yapısı değil ya, Atatürk döneminde konulmuş ve o dönem de tarihte, 100 yıl geride kaldı, öyleyse değiştirelim. Bunu yaptığınız zaman, değiştirdiğiniz an başkenti İstanbul’a taşırsınız. Çünkü başbakan zaten taşıdı. Biliyorsunuz Başbakanlık Ofisi İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı’nın yanında Başbakanlık Çalışma Ofisi kuruldu. Biliyorsunuz kendisi zaten İstanbul Belediye Başkanlığından geliyor. Sanki halen İstanbul Belediye Başkanı ve dünyaya da İstanbul’dan bakıyor. Yani başbakan hala Ankara’dan bakamıyor. Halbuki Ankara’ya gelmiş, hükümet başkanı olmuş ama hala İstanbul’dan bakıyor ve İstanbullu. Ankara’yla İstanbul arasındaki bu çekişme ve bu kavga olduğu noktada bugün Türkiye’de bir devlet ve hükümet krizi çıkmıştır.

Hükümetin yapısına bakarsanız bir İstanbul kadrosu ekip halinde Ankara’nın başına gelip oturmuş durumda. Bir cemaatçi yapılanma milli devletin başına gelip yerleşmiş. Yani bir yerel yönetim, belediye ekibi ulus devletin başında şu an. Belediyecilik mantığıyla devleti yönetemezsiniz, başkenti yönetemezsiniz. İstanbul mantığıyla Ankara’yı yönetemezsiniz. Ankara ve İstanbul tamamen farklı yapılardır. İstanbul’da tarih vardır, kültür vardı, boğaz vardır, güzellik vardır, zenginlik vardır. Her şey vardır ama devlet yoktur. Devlet aklı da yoktur. Orada çıkarlar vardır, büyük para kazanırsınız ve yaşarsınız. Devlet burada Ankara’dadır. Devletin aklı da Ankara’dadır. Ankara’da devlet aklı var olduğu sürece devleti Ankara’da tutarsanız, yoksa tutmazsınız. Türkiye bu kavganın tam ortasındayken bu konjonktürde öyle bir iktidar geliyor ki belediyeci bir yapı ama merkeze gelip yerleşiyor. İstanbulcu ve cemaatçi bir yapı Ankara’ya, milletin başına geliyor. Öyle olunca da millet-cemaat çelişkisi, Ankara-İstanbul çelişkisi, yerel yönetim, merkezi yönetim çelişkisi şu an Türkiye’de büyük bir devlet ve hükümet krizi olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bunu söyleyemiyorlar tabii. Devlet memurları konuşamazlar. Hükümet de siyasetin içinde ve o da işini gizli götürmek zorundadır. Siyasetçiler açık konuşamazlar. Açık konuşurlarsa oyun bozulur. Çünkü ne yazık ki siyaset aldatma sanatı üzerine kuruludur. Siz “aman ne güzel bak kamu yararına çalışıyorum” derken, aslında emperyalistlerin çıkarlarına çalışırsınız. Türkiye o yüzden son 50 senede çok şey kaybetmiştir ve tıpkı Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde olduğu gibi bir yarı sömürge konumuna gelmiştir.

Sevgili gençler, çok güzel şeyler anlatmadığımın farkındayım. Ama eğer bunların farkına varabilirsek bu gidişe karşı ancak o zaman bir şeyler yapılabilir, varamazsak televizyon ekranlarında ve büyük gazetelerin renkli sayfalarında bize her gün durmadan anlatılan hikayelere, masallara, önümüze sunulan sanal dünyaya teslim olursak yarın devletin geri kalan diğer yarısının da tasfiye edileceği, Ankara’nın bütünüyle başkent olmaktan çıkarılacağı bir noktaya geliriz.

Konuşmamın başında ne söylemiştim yeniden hatırlatayım size: Anadolu’da 16 tane başkent var. Dengeler değişti mi hemen birisi öne çıkar. Ben her hafta Anadolu’da bir kente gidiyorum. Trabzon’a gidelim başkent, Adana’ya gidelim başkent, Antalya’ya gidelim başkent, İzmir’e gidelim başkent, Edirne’ye gidelim başkent, -Diyarbakır zaten başkent- Van başkent… Kaç tane oldu? En az 10 tane başkent var Anadolu’da. Çünkü bu dış politika, bu Avrupa Birliği ve küreselleşme süreci, bu Büyük Ortadoğu projesi, bu Balkan-Kafkas-Ortadoğu üçgenindeki gelişmeler bizim coğrafi bölgelerimizi yavaş yavaş eyaletleştiriyor. Süreç bizi milli, üniter, tek parçalı merkezi bir devlet olmaktan çıkarırken, Türkiye’nin bölgelerini eyaletleştiriyor, ve o eyaletler de giderek merkezden kopuyor. Her eyalet merkezden koparken kendi içinde bulunduğu bir bölgede merkez konumuna geliyor; tıpkı Amerikan eyaletlerinde olduğu gibi. Amerika eyaletlerinin de adı devlettir. Onlarda “states” derler. Amerikanın tam adı nedir? “United States of America” Amerika Birleşik Devletleri’dir. Demek ki, Amerika’da ki eyaletler de birer devlettir. Her eyaletin de kendi içinde bir başkenti vardır. O başkentler de ana, federal merkeze bağlıdır.

Şimdi küresel plan, Amerika’yı ; “United States of America” ’dan “Unites States of World” ‘a çevirmektir. Amerika, İngiltere gibi değil. İngiltere 500 yıl dünyayı yönetirken gittiği her yerde önce sömürge kurmuştur daha sonra da o sömürgelerin devletleşmesini sağlamıştır. İngiltere, Osmanlıdan aldığı Arap ve İslam topraklarındaki devletleri kurmuştur. Bugün hepsi Arap, hepsi Müslüman ama Arap ve Müslüman coğrafyada 55 tane devlet var. Katar, Bahreyn, Kuveyt arasında ne fark var? Hepsi Arap, hepsi Müslüman… Öyleyse niye ayrı ayrı devletler? Çünkü emperyalizmin işine öyle geliyor. Bugün Basra körfezinde 7 tane devlet var. Yedisi de Arap, yedisi de Müslüman ama 7 tane petrol şirketi olduğu içindir ki İngiltere o bölgeden çekilirken 7 petrol şirketine uygun araziyi bu bölgeleri bölerek, bu hale getirerek vermiştir. O zaman tabii yeni devletler çıkınca yeni başkentler de ortaya çıkıyor. Unutmayalım ki İngiltere işte böyle böyle dünyaya devlet üreterek, yaparak hakim olmuştur. Amerika’nın İngiltere sonrasında dünyaya hakim olurken bir yandan da yeniden yeni devletler kurmaya değil, o devletleri izleyecek, gözetleyecek, o devletleri yönlendirecek merkezlere ihtiyacı vardır. Zaten Amerika bu merkezleri askeri üstlerle tüm dünyada çoktan kurmuştur. Ordusunu 5’e bölerek, doğu, batı, kuzey, güney kuvvetlerine dönüştürerek ve Ortadoğu’ya da merkezi kuvvetlerini getirerek hakim olma çabası içindedir.

Amerika’nın Türkiye’de de çok üsleri var ve ayrıca da bütün her şeyi izliyorlar. Biliyorsunuz elektronik olarak izleniyoruz; bu tür konferansları da takip ediyorlar. Artık hiçbir şeyin gizliliği yok her şey açık. Evet, ne diyorlardı? Açık toplum. Her şey beraberinde bir bilgi savaşı getiriyor. Artık bir bilgi savaşı çağındayız. Madem “açık toplum”, madem “bilgi savaşı” çağındayız biz de buna açığız. Çünkü biz de bu bilgiye sahibiz. Bu bilgilere sahip bir toplum olarak onların sahip oldukları bilgiler doğrultusunda karar verip onların çıkarları doğrultusunda yeni düzenlerin kurulması bizim işimize geliyorsa kabul ederiz. Ama olanlar bizleri tasfiye ediyorsa, parçalayıp yok ediyorsa, bizi iç savaşa veya dış savaşa yönlendiriyorsa, o zaman müsaade edin bu mücadelede biz de varız. Yani biz de Türkiye olarak Afrika ülkesi değiliz değil mi, sevgili gençler? Dünyanın merkezinde bir devletiz değil mi? Hala bir devletiz ve hala bir milletiz. 1000 senedir bu topraklarda Türk varlığı var. Selçuklu ve Osmanlı imparatorluğundan gelen devlet birikimine bugünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti de sahiptir. Bugün bu bilgiyle ya ayakta kalacağız ve mücadele edeceğiz, ya da onlar kendi sığ bilgilerini bize tek doğruymuş gibi empoze etmeye devam edip duracaklar.

Hiçbir şey tesadüf değil. Türkiye’nin aleyhinde çalışan, onların istediği doğrultuda Türkiye’ye küfreden bir yazarımıza Nobel ödülü vermelerini bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. İçimizde Orhan Pamuk okuyanlar vardır; seversiniz, sevmezsiniz ama kendisi Amerika’da demeç veriyor. Türkiye devleti faşisttir diyor. Bir milyon Ermeni’yi katletti, 30 bin Kürdü öldürdü diyor. Türkiye’ye hakaret ediyor. Öbür taraftan Fransa çıkıyor ve diyor ki: Ermeni soykırımı olmadı, böyle bir şey söyleyemezsin! Söylemişsen gel bakalım, sen suçlusun! 1 sene hapis 45 bin Euro ceza! Böylesine insafsız, çifte standartlı bir dünyanın içerisindeyiz.

Emperyal güçler artık bütün insanlığın bilgi birikimini kendi çıkarları doğrultusunda kullandıkları gibi insanlığın gelmiş olduğu bugünkü medeni düzenini de inkar ediyorlar. Kendi iradeleriyle kurmuş oldukları Birleşmiş Milletlerin kararlarını çiğniyorlar; uluslararası hukuku sürekli olarak ihlal ediyorlar. Derslerimizde okuduğumuz Montesquieu’ler, Jan Jack Rousseau’lar, Voltaire’lerin evlatları Fransız Devletinin bugünkü yöneticileri kendi insanlık birikimlerine ihanet ediyorlar, Fransız Devriminin getirdiği medeni yapıyı hiçe sayıyorlar. Bütün sözde medeni dünya bir akıl tutulmasıyla karşı karşıya. İnsanlık adına, çağdaş medeni değerler adına ne var ne yok hepsi yıkılmak ve yepyeni bir dünya kurulmak isteniyor. Ama bu yeni dünya kurulurken de insanlığın o ana kadar oluşturmuş olduğu büyük insanlık birikimi reddediliyor. Öyle olduğunda da doğal olarak halen mevcut devlet yapıları da reddediliyor. Türkiye’nin bir Türk ülkesi olduğu, Türkiye’nin ulusal ve üniter devlet yapısı görmezden gelindiği gibi Ankara’nın da başkent olması kabul edilmek istenmiyor.

Biraz önce de ifade etmiştim: Ankara deyince akıla devlet, ordu ve bürokrasi geliyor. Peki, İstanbul deyince aklımıza ne geliyor? Sermaye, medya ve ekonomik ilişkiler. Sermayenin dışa bağımlı bir hale geldiği, milli sınırları aştığı, ekonomik ilişkilerin giderek küresel taşeronlukla bölgenin bütününe yayıldığı bir noktada, İstanbul’un bir istasyon olarak Avrupa ve Amerika’yla bir köprü görevi yaptığını, bağlantı kurduğunu, Avrupa ve Amerika üzerinden politikaların bu bölgeye getirilmesinde İstanbul’un aktif biçimde aracılık yaptığını görmekteyiz. Zaten artık medya merkezlerinin, kanalların ve basının merkezinin tümüyle İstanbul’a taşınması da bunu açıkça göstermektedir.

Böyle bir çerçevede geçen yıl kaybettiğimiz Atilla İlhan’ın bir sözünü burada sizlere hatırlatmak istiyorum. Herhalde kitaplarını okuyorsunuz, yazılarını takip ettiniz yıllarca ve geçen yıl kaybettiğimiz için herhalde hatırlıyorsunuz televizyon programlarından. Atilla İlhan diyor ki “ Türk medyası, Türk değildir”. Neden? Çünkü küresel sermayenin kontrolündedir. Parayı kim verirse düdüğü o çalıyor. Bunu ben söylemiyorum, CIA’nin kendisi söylüyor. Bütün dünyayı nasıl yönettiğine dair bir kitap yazdırdı. Türkçeye de çevrildi kitap. Kitabın ismi, “ Parayı Verdi Düdüğü Çaldı”. CIA dünyayı nasıl yönetiyor? Biz insanları nasıl satın alırız? Parayı veririz ve istediğimizi yaptırırız demeye getiriyorlar. Cinayetler böyle işleniyor. İsyanlar böyle kışkırtılıyor. Provokasyonlar böyle yapılıyor. Siyaset böyle finanse ediliyor ve emperyal güçlerin çıkarları doğrultusunda politikalar, satılmış politikacılar aracılığıyla bu şekilde bizim gibi ülkelere sürekli olarak empoze ediliyor. Bizim gibi ülkelerin başına politikacılar okyanus ötesinden getiriliyor biliyorsunuz, İstanbul Belediye Başkanlığından Türkiye Başbakanlığına gelen kişi tutuyor bu bölgenin geleceği ile ilgili kararı Ankara’da devletin ilgili birimleri ile değil, Washington’daki, New York’taki merkezlerle alıyor. O zaman da Ankara by-pass ediliyor, Ankara başkent olmaktan çıkıyor doğal olarak sevgili gençler..

Şimdi Ankara’ya böyle bir çerçeveden bakmalıyız. Ama öte yandan Ankara’ya şöyle bir baktığımızda Ankara’nın öyle küçümsenecek ve kolay yutulacak bir kent olmadığını da vurgulamak istiyorum. Ankara’nın tarihine baktığımız zaman MÖ. 8. yüzyılda Frig’lerin kurduğunu görürüz. Frigya diye bir devlet var bu bölgede kurulmuş ve Ankara’yı onlar kuruyor. MÖ. 6. yüzyılda Asurlular’ın, MÖ. 3. yüzyılda da Galat’ların geldiklerini görüyoruz. Bugünkü Ankara kalesi Galat’ların kurduğu bir kaledir. İstanbul’daki Galata kulesini de onlar kurmuştur. Galatlar yani diğer adıyla Keltler bugün İskoçya’da ve İrlanda’da yaşamaktadırlar. İskoçya ve İrlanda’ya Avrupa’ya giderek Çek’lerin de ataları olan Keltlerin, Anadolu’dan hareket ederek oraya gittiklerini görüyoruz. Bu kadar eski bir tarihe sahip olan Ankara, daha sonraki dönemlerde, bir dönem de Arapların etkisi altına giriyor, bir dönem biliyorsunuz Bizans’ın içerisinde yer alıyor. Bizans yıkılınca Selçuklu İmparatorluğu Anadolu’da hakim oluyor. Anadolu Selçuklu Devletinde de Konya başkent iken Ankara önemli bir kent olarak yer alıyor. Osmanlı döneminde Ankara Anadolu’da bir ulaşım merkezi konumunda yer alıyor. Ankara’nın yanı başındaki bir ilçenin adı Beypazarı’dır. Gidin orada halen Osmanlı döneminden kalma tabelaları göreceksiniz, Adapazarı’nı gösterir. Ankara ticaret yolları üzerinde kurulmuş bir kenttir. Başkent olarak seçilirken de hem Doğu-Batı dengesi gözetilmiş, hem Anadolu’nun merkezi bölgesinde yer alması ve güvenli olması nedeniyle seçilmiştir. Ayrıca biliyorsunuz Almanların Ortadoğu’ya gelmek için yaptırdıkları demiryolu hattı Ankara’dan geçmektedir. Bağdat-Berlin demiryolu hattı, İstanbul üzerinden Ankara’ya, Ankara üzerinden Adana’ya ve Bağdat’a yönelmiştir. Almanlar, en güçlü oldukları noktada, Osmanlı İmparatorluğu sırasında, Abdülhamit döneminde Berlin-Bağdat demiryolunu yapmışlardır. Ankara henüz bir karayolu kenti iken aynı zamanda bir demiryolu kentine, bir ulaşım kolaylığı olarak sahip olmuştur. Ankara’nın başkent olmasından sonra bu bağlantının daha da genişlediğini görüyoruz. Yalnız daha sonra koşullar değişiyor. Özal’la beraber başlayan otoyollar dönemini hatırlayınız. Otoyollar önce Ankara-İstanbul otoyolu olarak yapıldı, sonra İstanbul otoyolu Edirne’ye bağlandı, sonra Ankara otoyolu gitti, Adana’ya ve Suriye sınırına kadar geldi dayandı. Daha sonra da Adana’dan GAP’a, Diyarbakır’a Urfa’ya kadar otoyol yapıldı.

Ankara-İstanbul otoyolu olarak yapılan bu yolun aslında İsrail-Avrupa otoyolu olduğunu biz sonradan fark ettik. Çünkü İsrail’in otoyollarla Avrupa’ya bağlanması, demiryolu ile Avrupa’ya bağlanması gündeme geldiğinde biz Ankara’daki devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Doğu Anadolu’ya, İzmir’e, ülkenin üçüncü büyük şehrine güneye, kuzeye otoyollarla bağlanma önceliğini bir yana bıraktık. Ama sırf İsrail Avrupa otoyolu olsun diye otoyol Ankara’dan Adana’ya ve Suriye sınırına geldi dayandı. Şimdi Suriye ile Suriye sınırındaki otoyolla İsrail’in birleşmesi gerekiyor. Fakat tam bu noktada Lübnan savaşı başladı.1. raunt bitti , “time-out “ aldılar. 2. raunt geliyor. Tam bu arada oraya Türk askeri gitti. Önce deniz birliği, dün de kara birliği gitti. Savaş Lübnan’da devam edecek… Suriye çökertilene kadar… ondan sonra Ankara… İstanbul otoyolu, Edirne-Adana üzerinden, Suriye üzerinden İsrail’e bağlanacak.

Görüyorsunuz, bölgesel yapılanma milli devleti böyle böyle yeniden biçimlemeye çalışıyor ve her şeyin çiğnenip geçildiği noktada artık inisiyatif bizim dışımıza çıkıyor. Artık inisiyatifin kullanılmasında Ankara başkent olarak hareket edemiyor. O zaman artık, Türkiye’nin de bazı şeyleri bu kadar açık ve net konuşması gerekiyor.

Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, hangi noktadayız?
Avrupa Birliği için 50 senedir bizden istenen her şeyi yaptık, dışında kaldık. Eski eyaletlerimiz Avrupa Birliği’nin içine girdiler ama ana ülke olarak bizi planlı bir biçimde dışladılar. Amerika ile müttefiklik noktasında düne kadar Amerikan askeri varlığıyla beraber hareket ettik, Batı Blok’u için güvenlik ürettik ama şimdi Amerika kendi çıkarları için bizi komşularımızla, İran’la ve soydaşlarımızla dalaştırmak istiyor. İsrail bölgeye hakim olmak için Türk ordusunu Suriye’ye sürmek ve Suriye’yi ortadan kaldırıp istiyor. Nereye gidiyoruz ve ne oluyoruz? Bu noktada, Türkiye’nin geleceğine kim karar verecek? İstanbul’daki para babaları mı? Taşeronluğu kabul etmiş olan İstanbul sermayesi mi? Onların güdümündeki büyük medya mı? Yoksa Ankara’daki milli devlet mi? Ankara’da hala devlet var mı? Ankara’da hala başkent var mı? Ankara’da hala ordu var mı? Genelkurmay’ı kim yönetiyor? Genelkurmay’ın yönetiminde milli çıkarları mı ön planda, yoksa hala eskiden kalma NATO tercihleri mi? Türkiye’nin geleceğinde Güney Doğunun, Türkiye’nin Doğusuyla beraber Batısının nereye gideceğine ne olacağına kim karar verecek? Büyük Ermenistan, Büyük Kürdistan, yeni Pontus projeleriyle Okyanusun ötesinde ki güçler mi Türkiye’yi bir yerlere sürükleyecekler yoksa dün Kuvayı Milliye’de olduğu gibi Anadolu halkı mı yeniden bu gidişe dur diyecek? Halk, başkent Ankara’nın etrafında kilitlenerek, bu tarihi kenti hala bir başkent olarak görüp, bir milli devletin var olduğunu dosta düşmana gösterebilecek mi?

Türkiye’nin değişim sürecinde bu devletin milli çıkarlar doğrultusunda hareket etmesini sağlayarak birliğini bütünlüğünü kaybetmesini önleyebilecek mi? Başkent olarak Ankara’nın Türkiye’nin 81 vilayeti üzerinde etkili olmasını sağlamada, bu dağılma ve çözülme sürecinde yeniden başkent olarak devreye girmesini gerçekleştirip, bir alternatif milli politikayı Türkiye gündemine getirebilecek mi, getiremeyecek mi?

Temel sorular bunlar sevgili gençler!
Eve, gelecekte yeni bir dünya kurulacak, o kesin. Bunu görüyoruz ama bunu kuranlar, yeni dünyada Türkiye’ye ve Türklere ve Ankara’ya yer verecekler mi, vermeyecekler mi? Vermeyecekleri görülüyor. Çünkü onlara göre Türkiye diye bir devlet yok. Anadolu’da Türk milleti diye bir millet yok. Anadolu’da sadece insanlar var. Alt kimlikler var, etnik yapılar var ve bunlar hızla Hıristiyanlaştırılarak, Bizans’a geri dönülecek. Projelerinde bu var. Projeye göre Anadolu’da milli bir devlet olmadığı için doğal olarak bunun başkenti de yok. Bir bakıma Ankara’yı biz tanımıyoruz diyorlar. O nedenle de direkt kent yönetimleriyle, Belediyelerle ilişki kuruyorlar. Diyarbakır Belediye başkanını neredeyse Güney Doğu Anadolu’da eyalet başkanı ilan etmeye niyetli bir Avrupa Birliği var karşımızda.

O zaman Cumhuriyet’in 83. yıldönümünde Ankara’nın başkent oluşunun 83. yıldönümünde yeniden düşünmek durumundayız. Tarihi yeniden kavramak durumundayız. Tüm bu değişimleri, gelişmeleri görerek bölgemize ve dünyaya bakmak ve geleceğimize bakmak durumundayız.

Konuşmamı bitirirken sizlere bir kitap önermek istiyorum. Bugün dünyanın en büyük patronlarından birisi olan Japon asıllı bir iş adamı, Toyota fabrikalarının sahibi anılarını yazdı. Kitabının adı “Hayır diyen Japonya”’dır. Diyor ki, “Japonya bugün dünyanın 3. büyük ekonomik gücü haline geldiyse, Batılılar ne dediyse hepsine hayır dediğimiz içindir. Eğer evet deseydik bugünkü büyüklüğümüze ulaşamazdık”. Şimdi lütfen benim bu sözlerimi kışkırtıcı bir şekilde ele almayın. Olumsuzluk veya durduk yerde kargaşa önermiyorum. Ama şu bir gerçektir ki bize söylenen her şey her zaman bizim lehimize değildir. Yani bizden istenen her şeye her zaman evet demek zorunda değiliz. Kendi çıkarlarımızı da düşünmek zorundayız. Bu ülkeyi bağımsız bir ülke haline getiren atalarımızın verdiği Kurtuluş Savaşı’nı hatırlamak zorundayız. Onlar savaştığı için biz bugün bağımsız bir ülkede yaşıyoruz. Onlar direndiği için Ankara başkent olmuştur. Yoksa İstanbul bir taşeron, sermaye akımı merkezi olarak eski konumunu koruyacak, millet olarak bizim aleyhimize çalışan bir bölge merkezi olacaktı. İstanbul hala o eski payitaht konumuna dönmek istediği içindir ki Ankara’yı bir türlü başkent olarak kabul edemedi. Cumhuriyet döneminde bütün hükümetler, maalesef sermaye ve basın medya ilişkileriyle İstanbul üzerinden yönlendirildi. Ama bugün artık bunun sonuna gelindi. Çünkü eğer bu devam ederse gittikçe hız kazanan yok olma sürecimiz Ankara’yı da, Türkiye’yi de bütünüyle ortadan kaldıracak.

Bu nedenle ben sizleri başkentin 83. yıldönümünde, aktif bir vatandaşlığa davet etmek istiyorum. Evet, nasıl olsa devletimiz var, nasıl olsa genelkurmay var, ordu var, nasıl olsa devlet düzeni var, ben uykuma bakayım diyemezsiniz. Yarın bunların hiçbirisi olmayabilir, yarın çok daha kötü ve zor koşullarda olabiliriz. Atalarımız, dedelerimiz dün silahla savaştılar, biz bugün silahla savaşmayacağız. Bilgi toplumu olacağız ve bilgiyle savaşacağız. 0nların bize aktardıkları bilgilerin nasıl üfleme bilgiler olduğunu merak ediyorsanız internet sitelerine bakınız. Internet sitelerindeki bilgilerin dörtte üçü üfleme bilgidir. Üfleme kelimesini kasten söylüyorum. İnternete oturduğunuz zaman kulağınıza gelsin diye. Üflüyorlar. Üflemeyle oluşturdukları sanal rüzgar sizi etkilemek ve yönlendirmek içindir. O zaman hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış, hangisinin Türkiye’nin ve bizlerin çıkarlarına uygun olduğunu Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler olarak sizler arayıp bulacaksınız. İnternetten sitelere girmek yetmez, lütfen biraz da kütüphanelere girelim.

Gelecek sizlerin elinde sevgili gençler! Unutmayın, Atatürk’ün bu ülkeyi gençliğe emanet etmesinin tek nedeni var. Çünkü bugünkü bu tehlikeyi görmüştür. Atatürk’ün gençliğe hitabesini lütfen defalarca okuyunuz! Orada sözü edilen gaflet ve delalet dönemleri çoktan geride kalmıştır. Artık daha ileri bir noktada, bir hıyanet dönemiyle tam karşı karşıyayız. Türkiye’yi yöneten ve yönlendiren siyasi ve ekonomik kadrolar kendi çıkarları doğrultusunda çok ciddi bir hıyanet şebekesinin içerisindedir. Ağır kelimeler kullanıyorum ama Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ün bugünleri çok önceden gördüğünü biliyoruz. Unutmayınız ki; bugün olanları ancak Atatürk’ün gençliğe hitabesini kelime kelime görüp anlayabildiğimiz noktada anlayacağız.
Sevgili gençler hepinize saygılar sunuyorum.

BOP ve Türkiye’nin Alternatif Projeleri Prof. Dr. Anıl Çeçen (19.03.2005) KONFERANS

BOP ve Türkiye’nin Alternatif Projeleri 
Prof. Dr. Anıl Çeçen
(19.03.2005)
KONFERANS


Başkan (B) : Sayın konuşmacımız, sayın dinleyiciler hepinizi BOP Çalışma Grubu adına saygıyla selamlıyor ve hoş geldiniz diyorum. Bugünkü konuşmacımız Prof. Dr. Anıl Çeçen. Kendisi Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesi veya Atlantik projeleri karşısında Türkiye’nin alternatiflerini sunacak, o hususta bizleri bilgilendirecek. Müsaade ederseniz ben çok kısa bir BOP konumuza gireyim, gerisini hocam size bütün detayıyla anlatacak.

Hepinizin bildiği gibi kamuoyunda Büyük Ortadoğu Projesi olarak, BOP olaraktan giren konu, bir proje diye adlandırılsa da, proje olmadığı hepimizin malumu. Herhangi bir projede, işin tarifinden sonra bir zaman programı ve bir de bunun bütçesi olur, nasıl ne ile yapılacağına dair. Hepiniz biliyorsunuz, Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika girişimi bir proje değil. Bir inisiyatif, bir strateji. Bunun BOP sürecinden GOKAP’a yani Genişletilmiş Ortadoğu’ya dönmesinin bir sebebi de, Avrupa’nın, bu konu 9 Haziran 2004 de G8 toplantısında gündeme gelmeden önce, o taraftan düşünürlerin, gazetelerde çıkan yazıları ve think-thank toplulukların yazıları, görüşleriydi. Bilindiği gibi, Avrupa Birliği Barcelona Process diye bilinen Barselona Süreci ile bu bölgeyle ilgisini derinleştiriyor ve Avrupa Akdeniz İşbirliği adı altında bir çalışma başlatıyor. Bu çalışmanın kapladığı alana baktığımız zaman Fas’tan Türkiye’ye kadar coğrafyayı kapsayan yani kuzey Afrika, doğu Akdeniz’i kapsayan bir bölüm. Avrupa Birliği bu bölgeyle ilgileniyor. Dolayısıyla AB bu ilgisini öbür tarafa ABD’ye iletiyor ve bu BOP kavramı daha sonradan Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika olaraktan G8 toplantısında masaya konuyor. Sizlerin de bildiği gibi bu G8 toplantısında, bu coğrafya için G8 gelişme planı hazırlıyor gelişmiş ülkeler. Bu bölge insanlarına, bu bölgenin halkalarına kültürel, sosyal ve ekonomik yönden artı politik yönden bir gelişme getirmek ve bunların yaşam şartlarını iyileştirmek amaç. Bu kapsamı da daha önceki yıllarından Arap entelektüelleri, Arap dünyası, işadamlarının, üniversite camiasının bir araya gelerekten Sana’a, İskenderiye’de hazırladıkları raporlar. Yine, Arap devletler topluluğunun hazırladığı raporda da bu bölgenin gelişmesi, insanlarının iş bulması, kadınların daha medeni ortamda yaşayabilmesi için yapılması gereken kültürel, sosyal, ekonomik değişiklikler vs. bahsediliyor. Bunu baz alarak bir plan hazırlanıyor. Yalnız o plana da direkt girilmiyor. Tabi hocam çok daha detaylı anlatır.

Öteyandan bir bakıyoruz yine 1900’lü yılların başından itibaren de bu coğrafyada bir petrol lafı ortaya atılıyor. Burada dinleyicimiz, arasında olan Sayın Necdet Pamir de konuşmasında belirtmişti, GOKAP dediğimiz bölge, dünya petrol rezervinin % 71’ini, doğalgazının da % 40’ı barındırıyor. Bu bölgeyle ilintili olan Rusya Federasyonu ve Bağımsız Devletler Topluluğu kaynaklarını da ilave ederseniz, şu üzerinde oturduğumuz coğrafya, petrolün ve doğalgazın % 70’inden fazlasına sahip. Rezervin süresine baktığınız zaman da diğer yerlerde 20- 30 yıl olan rezervler buralarda 90 yıllara çıkabiliyor. Batı dünyası bilhassa ABD, enerjiye sahip olma meselesini de her yerde vurguluyorlar. Bunu gizli de değil, çok açık, uluslar arası toplantılarda dile getiriyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin devlet adamları, think-thank toplulukların başındakiler veya stratejistler, çok açık olaraktan Amerika Birleşik Devletleri’nin bu enerji kaynaklarına sahip olması gerektiği üzerinde hemfikirler ve bunu empoze ediyorlar dünya toplumuna. Bunun için de güç kullanmak gerektiğinden de bahsediyorlar. Bu da çok açık, mesela Nicholas Burns 2004 deki NATO toplantısında NATO’nun yeniden yapılandırılmasından bahsediyor bu bölgenin kontrolü için. Yine bu kontroller için Türkiye üzerinde birçok baskılar var. Soğuk savaş sonrası değişen merkez, Almanya’dan Türkiye’ye kaydığı için, bu bölgeyi kontrol amaçlı üs baskısı var Türkiye üzerinde. Sonuç olarak hükümet,1 Eylül 2003 de yayınladığı bir tebliğ ile, 1954’lere dayanan bir kanuna bazında, Türkiye’deki 7 tane üs ve liman Amerika Birleşik Devletleri’nin ikmal yollarına açıldı. Geç yatan arkadaşlarımızın dikkatine, daha önceki yıllarda olmayan, Ankara ve İstanbul üzerinden gece saat 1 ile 3 arasında geçen pervaneli uçak seslerini sunmak isterim. Türkiye’de senelerdir geceyarısı pervaneli uçak sesi duyulmaz.

Bölgedeki su kaynakları da çok önemli. Bu bölgede 3 tane su havzası var. Bir tanesi bizim topraklarımızdan çıkıyor, Fırat ve Dicle. Diğerleri Nil ve Ürdün nehirleri havzası. Dicle Fırat sularının kontrolü için AB’nin 6 Ekim 2004 çalışma raporunda, bir paragraf vardı. Orada bu suların kontrolü için İsrail’i de işin içine sokmuşlardı. Dicle- Fırat sularının yönetimi için İsrail ne alaka falan derken, hocamın 2003 de çıkan yazısını okuduğum zaman, çok net olaraktan İsrail nasıl işin içine girdiği ortaya çıktı. Bu Büyük Ortadoğu Projesi içindeki İsrail’in rolü, İsrail’i de Dicle Fırat nehri sularının içine sokuyor. İsrail halen sadece Ürdün nehri havzasıyla ilgileniyor. Tabi bölge üzerindeki politikalara baktığınız zaman yeni şeyler üretiliyor. Thomas Barnett “Pentagon’un Yeni Haritası” dediği zaman, enteresan bir konu veya kavram deniyor ve bizim olduğumuz coğrafyayı iki tane gelişmiş, entegre olmuş bölgenin arasındaki boşluka atıyor. Ama acaba bu kavramda, esas merkez biz miyiz meselesini, Sayın konuşmacımız çok güzel anlatacak.

Bu bölgede üzerine stratejiler bu çağda başlamamış. Bu bölgede ilk, MÖ 8000’lerden önce, Mezopotamya, Nil vadisi dolayısıyla başlayan bir yerleşim var. Burada olmayan kavimlerin ilgisi var. O zaman petrol yok ama su var, besin var, bütün hayvanlar, diğer etraftaki ülkelerin ticaret yollarının geçişi var. Petrol olduğu meydana çıkınca diğer süper güçlerin de bu bölgeye ilgisi artmış. Tarihte biraz geriye baktığımızda, bu bölge üzerinde, Büyük Ortadoğu Projesini, 19. yüzyılda zamanın dünyanın en büyük ülkesi ve gücü olan, üzerinde güneş batmayan ülke Büyük Britanya İmparatorluğu başlatmış. Başbakan Benjamin Disisraeli; Osmanlı gidecek, biz aman bu Osmanlı’nın gücünü, Osmanlı’nın serhaddı denen bu bölgeyi biz alalım, biz kontrol edelim diye, o zamanın Büyük Ortadoğu Projesini “Yakın Doğu Konfederasyonu” adı altında başlatmış. Ancak, Büyük Britanya’nın ömrü yetmemiş, onların varisi olan ABD buna sahiplenmiş. Ben daha fazla sözü uzatmayıp, bu girişten sonra kürsüyü Sayın konuşmacımıza bırakacağım. Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen’i herkes biliyor ama adet olmuş ben bir özgeçmişini vereceğim. Kendisi, Türk Eğitim Derneği Ankara Maarif Koleji mezunu daha sonra 1970 yılında Ankara Hukuk fakültesini bitiriyor,1978 yılında kamu hukuku alanında doktora derecesini alıyor. Arada bir 1980 sonrası üniversiteden çıkması var ama profesörlük hakkını da tekrar 1990 yılında Danıştay kararıyla alıp hukuk fakültesine dönüyor ve genel kamu hukuku profesörlüğünü alıyor. Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Genel Kamu Hukuku Bölüm Başkanı, buyurun Sayın Çeçen.

Anıl Çeçen (AÇ) : Teşekkür ederim, Sayın Göknel. Hepiniz saygıyla selamlıyorum. Bu salonda yanılmıyorsam bir 5 yıl evvel ODTÜ camiasına seslenme şansını elde etmiştim. O zamanki yönetici arkadaşlarımız ki benim eski arkadaşlarımdır. Hukukçu olmama rağmen ODTÜ’den epey bir arkadaşım oldu, çünkü ODTÜ bir Ankara üniversitesidir. Biz de Ankara’da yetişen bir hukukçu olarak, ODTÜ camiasıyla bir ilişkimiz oldu. O çerçevede beni çağırmışlardı ve ben biliyorsunuz, aykırı bir bilim adamıyım. Benden söz ettiği zaman, Ankara’da yetiştim, benim üzerimdeki damga ‘made in Turkey’dir. Türkiye’de yetişmiş bir bilim adamı olarak konuşuyorum. O yüzden Amerika merkezli, Avrupa merkezli, Rusya merkezli, Moskova merkezli bakış açılarına kapalıyım. Tabi, onlar bizi izliyorlar, biz de onları izliyoruz, Ankara’dan meseleye bakıyoruz. Ben Ankara’dan baktığım vakit, niye hep Ankara diye ısrar ediyorsun diyeceksiniz. İstanbul’la Ankara’nın arası açıldı. İstanbul’dan dünya farklı görünüyor, Ankara’dan farklı görünüyor. Biz bu toplantıyı Ankara’da yapıyoruz ve ben burada yetişmiş bir Türk bilim adamı olarak da Ankara’dan bakacağım. Türkiye’ye, hem bölgeye, hem dünyaya, çünkü bu bakış açısını öğrenmemiz gerekiyor. Biliyorsunuz medyada hâkim güçler ve kesimler bizim gibi aykırı bilim adamlarını çağdışı, geri kalmış, hatta İstanbul’daki bazı toplantılarda ben ve benim gibi hareket eden arkadaşlarımız için, çağı kavrayamamış, çağın gerisinde kalmış, dünyadaki değişimi anlayamamış gibi değerlendirmelerle karşı karşıyayız. Tabi sadece yazmıyorum, okuyorum, yaklaşık 15 senedir dünyadaki değişimi izlemeye çalışan bir bilim adamıyım. Birçok stratejiler, ikisinde yüzlerce makalem yayınlandı. Bu çerçevede lütfen bu gibi yayınların etkisi altında kalmayın, çünkü medyamız çok ciddi psikolojik yönlendirme yapıyor ve bu psikolojik savaş, Sayın Göknel’in söylediği gibi, otorite boşluğu alanını doldurmak ve biz de bu çerçevede ‘made in Turkey’li bir bilim adamı olarak, durumu değerlendirmeye çalışıyorum. Şimdi değerli ODTÜ mezunları ve bu derneğin değerli üyeleri ben 5 yıl önce burada konuştuğumda, şunları söylemiştim. Bakın daha Büyük Ortadoğu Projesi geçen sene Mart ayının ilk haftası içerisinde Amerikalılar tarafından resmen telaffuz edildi ve 5 Mart gecesi Hulki Cevizoğlu beni apar topar Ceviz kabuğuna çağırdı ve 5 saat, sabaha kadar, ben buna karşı çıktım. Bunun olmayacağını çünkü olursa Türkiye olmaz, Türkiye varsa bu olmaz, bakış açımız bu, çok net, biliyorsunuz ben net konuşmayı da severim. Üniversiteden iki kez atıldım, basından dışlandım, parlamentoya girmem engellendi, ama ben doğru bildiğimi söylemeye devam ettim. Beni madem Sayın Göknel gibi bu işlerin içinde bulunan değerli dostlarımız çağırdılar, şimdi önümde değerli çalışma arkadaşım Necdet Pamir’i görüyorum. Kendisi de çok saygı duyduğum bir uzman ama ben onunla ayrı, hangi konuları bilmediğimi de bilirim, bilmediğim konulara da çok fazla girmek istemiyorum ama bildiğim konularda da bildiğimi söylemek isterim, çünkü biz bunları söylemeye devam edersek, Türkiye var olacaktır, ona inanıyorum. Eğer bir psikolojik savaş varsa, bize yönlendirilen psikolojik savaşa karşı biz kendi haklarımızı savunma noktasında ki ben hukukçuyum, devlet bilimcisiyim, kamu hukuku o demek ve avukatım. Nasıl Ahmet’i, Mehmet’i, Hüseyin’i savunuyorum, Türkiye’yi de savunurum. Bize bırakılan Türkiye’nin Atatürk’ün bize emanet ettiği Türkiye’den, hak ve çıkarlarını açıkça ifade etmek durumundayım. Tabi bu çerçevede psikolojik savaş yönlendirmesi çerçevesinde bizler komploculukla suçlandık yıllarca. Ve komplo teorileri gündeme geldiğinde bizim gibi çağ dışı, müzelik adamlar gündeme getirildi. Ama gördünüz Avrupa Birliği sürecine Türkiye giremedi, her istediklerini aldılar. 8 tane uyum paketiyle biz istediklerini verdik. Amerika Türkiye’ye direnmedi, her istediğini yaptı. İsrail çok gizli bir aktördü ki ben soldan geliyorum, söyleyeyim, milliyetçi bir yerden gelmiyorum. Irkçı da değilim. Ama anti Siyonizm’in, anti semi tizimin ne olduğunu da çok iyi bilirim. Burada İsrail merkezli bölgesel yeniden yapılanma planı, Siyonist planın bir parçası olduğunu söylediğim zaman, Türkiye’deki lobiler, İsrail’deki lobiler, Yahudi lobilerinin dışladığı biriyim. Bakın cemaat okulundan gelmiyorum, Ankara kolejinden geliyorum. Cumhuriyet eğitimi aldım, solcuyum, Atatürkçüyüm ve jeopolitik strateji çalışan bir devlet bilimcisiyim. Şimdi bütün bu söylenenlerin yanlış olduğunu zaman çıkardı, çünkü bana ne söyledilerse, bunu söyleyenlerin o komploların uzantısı olduğu ortaya çıktı. Bana yapılan eleştirilerde, o eleştirileri getiren psikolojik savaşın Türkiye’deki militanları olduğu ortaya çıktı. Daha detayına girmek istemiyorum. Demek ki Türkiye üzerinde Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra meydana gelen otorite boşluğunda belirli rüzgârlar buraya girmekteydi, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu yıkıldığı dönemdeki gibi. Demin Sayın Göknel İsrail’den söz etti. 1950li yıllar İngiltere başbakanı, İngiltere İmparatoru dünyanın patronu, şu dönem Bush nasılsa o dönemde Disraeli, dünyanın patronu ve Osmanlı hasta adam. Ruslarla İngilizler anlaşmışlar, bugünde Ruslarla İngilizler arasında çok yakın ilişki var. Türkiye’deki Rusya yakınlaşmacısı kesimlerin İngiltere politikası uzantısı olduğuna dair yavaş yavaş ciddi tartışmalar gündeme geliyor. Rusya o kadar hafif bir olay değildir. Eğer tarih bilirseniz, Rus emperyalizminin ne olduğunu bilirseniz ve Rusya merkezli dünya algılamalarına bakarsanız, çok açık bir şekilde görürsünüz. Şimdi efendim bu toparlanmadan, genel girişten sonra biz konumuza girelim. Türkiye’de böyle bir durum varken bizler üniversiteden atıldık önce, 80li yıllarda, 90lı yıllarda döndüğümüzde artık eski üniversite yoktu, YÖK vardı. YÖK’ün biliyorsunuz bir Amerikan merkezli Avrasya projesi olduğu ortaya çıktı 1990lı yıllarda. Şimdi ben ODTÜ çatısı altında konuşuyorum. YÖK 1980li yıllardaki bir projedir ama 1980li yıllardaki bir proje YÖK dönemi içerisine merkezi yapılanmaya gitmiştir. Ki artık biliyorsunuz ODTÜ, Hacettepe gibi yüz akı üniversitelerin geride kaldığı, özel üniversitelerin öne çıktığı ve Amerika’nın dünyanın patronu, merkezi yapılanma çerçevesinde bu bölgeye yönelik politikalarla da Bilkent’in yavaş yavaş merkez olmaya başladığını görüyoruz. Bunu niye söylüyorum, çünkü çatısı altında konuştuğum Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ilk adımlarından birisidir. Bakın 50 sene biz Avrupa’ya girmek istedik. Türkiye’de hala bir Avrupa üniversitesi yok, evet, Avrupa içimizde, biz almadı, almayacak ama bizim içimize daha fazla girecek, arazimizi kullanacak, üssümüzü yapacak ve toplumun yapısını kendi yapısına dönüştürecek, etnik, dinsel ve misyonerlik faaliyetleriyle. Bu planlar kesin, biz bunları yıllarca söyledik. Amerikancılar bize ne güzel Avrupa’nın aleyhine konuşuyorsun, gel konuş dediler ama Amerika’yı eleştirmeye başladığımız zaman baktık ki yanımızda o arkadaşlarımız yok, o zaman, Avrupa emperyalist de, Amerika değil mi, Amerika emperyalist de Avrupa değil mi? Hepsi aynı. Kimleri kastettiğimiz eğer medyayı izliyorsanız, biliyorsunuz, şu an karşı karşıya kaldığım en büyük medya patronu Ertuğrul Özkök benim çok yakın arkadaşım ama benim için paranoyak diyor, İstanbul’daki toplantılarda. Bunu bana eski arkadaşım Bedrettin Dalan anlatmıştı ki, Dalan akıllı adamdır, izler, ayrı çizgilerden geldik, zaman zaman davet edip konuştuğu kişilerden biriyim. Ben de dedim ki: ‘Ertuğrul’a selam söyle, ben onun için ne söylüyorum’. O mavi gözleriyle, Haliçteki maviliği yakalamak isteyen belediye başkanı bana dedi ki: ‘herhalde vatan haini diyeceksin’ dedi, dedim ki ‘o kavramı ben söylemedim, sen söyledin’. Şimdi durum bu merkezde değerli izleyiciler, bu merkezde olunca netlik yok, genel bir anlaşma yok, Türkiye’de genel bir uzlaşma yok. Türkiye devletini kuran yapı ki Kurtuluş savaşı sırasında ortaya çıkmıştır, konsensüs yıkılmış, dağılmış herkesin kafası farklı çizgide. Geçenlerde bir toplantıda konuştum. Doç. Çağrı Erhan açıkça Avrupa Birliği’ni eleştiriyordu, şimdi biraz isim vererek konuşuyorum ki, bunları bilmenizde yarar var. Sanki herkes aynı şeyi söylüyormuş gibi, bir baktım çok ciddi Avrupa Birliği eleştiriyor, dedim ki, nedir? Dedi ki rantiye bir kesim var Avrupa Birliği’nden para kazanan ama Türkiye’de çok ciddi boyutta kendisini ama Amerika’yla ilişkilerde öyle bir rantiye kesim yok mu dedim. Orada duruyor. Orada da var. İsrail’de de var, Rusya’da da var, İngiltere’de de var, Almanya’da da var, Fransa’da da var. Bunlar dünyanın emperyal güçleridir ki İsrail dünya devleti bağlantılı olarak Newyork’daki dünya merkezinin şubesi olarak açıldığı noktadaki bu gün şube yarın merkez olacak. Çünkü Newyork’daki merkezi dünyanın merkezine taşıma planı var. Bunu Newyork’tan bakanlar ve dünyanın geleceğini planlayanlar açıkça ortaya koyuyorlar. O zaman biz de bu planların hedef aldığı bir ülke olarak bu arazinin merkezindeki bir ülke olarak tabiî ki hepsini teker teker ele alıp değerlendireceğiz. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Büyük Ortadoğu Projesinin bir parçasıdır. Hatta ilk adımlarından birisidir dediğim zaman şu adama bak uçuk uçuk şeyler söylüyor diyeceksiniz, hayır efendim. 1946 yılı itibariyle Misuri zırhlısı, Nasuhi Ertegün bu Atlantik plakların sahibi Münir Ertegün Türkiye’nin büyükelçisi’nin olarak vefat ettiğinde Türkiye’nin Amerika’nın büyükelçisi’ni Misuri zırhlısı getirmiştir ve ondan sonra da Amerika Türkiye’ye girmiştir ve ondan sonra bir daha çıkmamıştır. Biliyorsunuz bu Amerikalı dostlarımızın bir huyu vardır. Girerler bir yere ama bir daha çıkmazlar. Sayın Edelman gidiyor ama Edelman’ın geri dönmesi demek Amerikan projelerinden vazgeçmesi demek değildir. Yıprananları değiştirirler, asker değiştirirler devam ederler. Şimdi 1945 sonrası 46 itibariyle başlayan ilişki 1948’de İsrail’in kurulmasıyla beraber yoğunlaşmıştır. Şimdi açıkça söylüyorum, iddia ediyorum biliyorsunuz ben uluslararası ilişkiler uzmanı değilim ve uluslararası ilişkiler uzmanı olan arkadaşlarımı da eksik görüyorum. Yanlış konuşuyorlar. Türkiye merkezli bakmıyorlar, sadece ilişkiler çerçeveli baktıkları noktada Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından bir değerlendirme yapmıyorlar. Ve işte ben onlardan ayrılıyorum. Uluslararası ilişkiler uzmanlarından kendi branşım ve bilimsel metotlarım açısından. Ben Anadolu’da misakı milli sınırları içerisinde bir devlet yapısının var olduğunu kabul ederek bu devletin varlığının devamı ve geleceği çerçevesinde baktığım noktada uluslararası ilişkiler uzmanlarından fazlasıyla ayrılıyorum. Bu çerçevede biraz bakmamız gerekiyor. Çünkü bir devlet yönetimi uluslararası ilişkiler değildir. Tabiî ki büyük çapta uluslararası ilişkilerdir. Ama onun öncesinde mutlaka çok ciddi boyutlarda bir yapılanma sağlamak gerekiyor. Bakın Türkiye’de devleti kuran kişi bir askerdir. Genelde devleti kuran kişi savaşın içerisinden gelir, diplomatların içerisinden gelmez. Çünkü diplomatlar bağımsız düşünemezler. Belli merkezlere bağımlı düşünürler. Belirli merkezler veya mevcut uluslararası konjonktüre uygun hareket ettikleri noktada işte bu gün Türkiye’nin tablosu ortaya çıkar. Neyi kastettiğimi, kimleri kastettiğimi her gece televizyon kanallarını açtığında, emekli büyükelçileri konuşurken göreceksiniz, çoğu eski Türkiye’nin Amerika büyükelçisidir. Ama emekli olduktan sonra Amerikanın Türk büyükelçisi gibi konuşuyorlar. Bunu da burada Türk kamuoyunda yargılayarak bir tepki olarak vurgulamak istiyorum. Washington ve Amerika merkezli bir değerlendirmeyle Türkiye’nin geleceği bir yerlere götürülemez. Şimdi 46 yılında Türkiye Amerika’yla ilişki içerisine girmiş, 48’de İsrail kurulmuş. Değerli dinleyiciler şunu iddia ediyorum. Çok etüt ettim bu konularda epeyce yayın var. 48 sonrasında Türkiye’nin iç politikası İsrail merkezli bir yapıya girmiştir. Büyük bir iddia ama neden çünkü Amerika’yı İsrail yönlendirmiştir. Dikkat edin bakın işte Edelman dâhil birçok Amerikalı bürokrat ki barış gönüllülerini 1960’larda yakın tanıdım ki daha sonra hepsi Türkiye’de görev yaptılar. ODTÜ de yıllarca görev yapan barış gönüllüleri vardı. Özel yetiştirilmişlerdi ve en büyük görevleri de Büyük Ortadoğu Projesi idi. Bakın 1960’lı yakın tanıdım Büyük Ortadoğu Projesi için yetiştirilmiş militanlardı. Nerden çıkarıyorsun diyorsanız, hepsi güneydoğuya gittiler hepsi Kürt köylerini gezdiler. Hepsi Anadolu köylerine dağıldılar. O zamanlar talebe yöneticilerinden birisiydim, onlarla Anadolu köylerindeki çalışmalarını gördüm. Gidiyoruz Nevşehir’e, bir turistlik seyahat, bir toplantı, sonra bir bakıyorum ki hepsi dağılmış, nerdesiniz kardeşim, hepsi köylerde ellerinde teypler ve çok ciddi konularda derlemecilik yapıyorlardı. Biliyorsunuz olmayan bir dili onlar yarattılar. Bugün Kürtçe denilen bir dil, yapay bir dildir Amerika’da, Rusya’da, Fransa’da, İngiltere’de bu konularda enstitüler kuruldu ve bu doğrultuda olmayan bir dili yarattılar. Bakın 60lı yıllarda tanıdım. 70’li yıllarda ya diplomat ya gazeteci olarak geliyorlar. Ya mülkiyet sahibi olarak geliyorlar, ya ODTÜ’de İngilizce hocası olarak geliyorlar, ya Hacettepe de hoca olarak geliyorlar ama geliyorlar, Çünkü hepsi özel eğitim almış yetiştirilmişti ve o eğitim Amerika merkezli yapıldığı noktada ki Sovyetler birliği yıkıldıktan sonra barış gönüllüleri uygulaması şimdide aynı şekilde orta Asya ülkelerinde uygulanmaktadır. Adını da veriyorum çünkü ben isimlerini koymayı severim. Böyle genel konuşup ismini koymazsanız olmuyor. Türk İslam konfederasyonu adı altında bir orta Asya konfederasyonu hazırlıyorlar. Bunun en açık çağrısını geçenlerde Kazakistan Başkanı Nazarbayev orta Asya birliği şeklinde ifade etti. Türk İslam doğu ismini şimdi kullanıyorlar. Çin’i rahatsız edecekler ama esas amaç şimdi Çin’in elinden alınmasıdır. 2. dünya savaşı sonrasında Çin’in işgal ettiği bu toprakları Sovyetler Birliğinin orta Asya da yaratmış olduğu yapay bölünme sonucunda ortaya çıkmış 4 devleti büyük Türkistan konfederasyonu çerçevesinde bir araya getirmek. Ve şu an özgür olan bir Türkistan konfederasyonu kurulunca yani biz şimdi kuzey Iraktaki Kürdistan’ı tanırsak ertesi gün bize kuzey Kürdistan’ı talep edecekler. Orta Asya’da da Türkistan konfederasyonu, ertesi gün doğu Türkistan deyip, Çin’e yöneleceklerdir ki bunun ön hazırlıkları işte Afganistan’da yapılıyor. Orta Asya ülkelerinde yapılıyor ve bu petrol coğrafyasında yapılıyor. Türk ordusu güneydoğuda zorlanırken Amerika’nın hatırı için Çin’e karşı Afganistan’a gidiyor. Bir Türk eski dış işleri bakanı güneydoğu’nun çözümü konusunda bize yardımcı olacağına Afganistan’a vali tayin ediliyor. Değil mi bunlar hep bizim karşımıza çıkan bizim iç politik gelişmelerimizdeki olaylar. Bu çerçevede baktığımız zaman ya işte ne oluyoruz, nereye gidiyoruz. Bizim dışişleri bakanı güneydoğulu, niye güneydoğu sorunu için bize yardımcı olmuyor da Amerika için Afganistan’da veya Türk ordusu bu gün kuzey ıraktan 5000 tane militanın Türkiye’ye yeniden yönetildiği bir dönemde bir yeni terör gündemi meydana geliyor. Türkiye’yi sıkıştırmak, Türkiye’yi bir olağanüstü duruma götürmek için çünkü biliyorsunuz düğmeye bir yerlerden basıldı, basıldı diyenler var, basılmadı diyenler var, ama bir yeni dönem var. O yeni dönem çerçevesinde politikaların değiştiği bir aşamada Türkiye bütün bunların arasında kaldığı bir noktada tabii yolunu bulmakta zorlanıyor. İşte bütün bu günkü eski generalimiz, Somali’ye giden uluslararası birliğin başına komutan olarak atandığı, efendim orta doğudaki belirli bölgelerdeki Filistin-İsrail meselesi yüzünden geçen sene bir Türk yüzbaşı şehit oldu. Şimdi Türk askerinin ilk görevi misakı milli sınırları içinde bizim kendi ülkemizi mi korumak yoksa efendim bu bölgede oluşan otorite boşluğunda uluslararası bir takım gelişmeler çerçevesinde amerikanın ısrarıyla veya NATO’nun kararıyla bir yerlerde görev yapmak mı? Ve Afganistan’a güvenlik götürmek durumunda kalan Türk ordusu Türkiye’nin güvenliğini sağlamak konusunda acaba yeterli mi. Türkiye’nin bölünmesinin önlenmesinde acaba bu güvenlik gücüne sahip miyiz? İşte bunlar bütün bu çelişkili konular 1950’li yıllardan beri Türk politikasında vardır. Ben iddia ediyorum 2.dünya savaşı sonrasında Büyük Ortadoğu Projesi başlamıştır. Büyük Ortadoğu Projesi Amerika merkezli bakarsanız Büyük Ortadoğu Projesidir ama demin Sayın Göknel’in ifade ettiği gibi projenin esas müellifi Osmanlı sonrası bu arazinin durdurulması için çapa gösteren İngiliz Başkanı Benjamin Disrail’in projesidir. O zaman o projenin içinde Balkanlar da olduğu içindir ki o proje Yakındoğu konfederasyonu projesidir. Yakındoğu konfederasyonu projesi 4’lü konfederasyon demektir. Balkan, Kafkas, Ortadoğu ve Anadolu federasyonu olmak üzere bu proje 1950’lerde hazırlanmıştır. Ve daha sonra da devam etmektedir. 1. dünya savaşı öncesinde devam etmektedir. Tabii özellikle Siyonist plan doğrultusunda ve 1998 Base 1 kongresinde alınan kararlar doğrultusunda bakın ne kadar açık konuşuyorum, nettir bunlar yıllardır Türk kamuoyundan gizlendi ama doğrulardır artık çok yayın olduğu için kitap ve dergilerde, artık bende rahatça konuşabilirim. Çünkü ben yıllarca bunu Türk kamuoyuna anlatamadım. Bu gün amerikanın tek bir Amerika olmadığını amerikan-Hıristiyan-Yahudi kavgası olduğunu, lobilerin çekiştiğini amerikan politikasının belirlenmesinde farklı bakış açılarıyla farklı yaklaşımların gündeme geldiğini anlatamadık, çünkü karşımızda büyük bir dev vardı. Amerika. Bizim Türk halkı Amerika’yı bir tanrı gibi görüyordu ve amerikanın içerisinde farklı Amerika olabileceğini yıllarca biz göremedik bırakın onu Avrupa ile amerikanın yollarının Varşova paktının dağıldığı gün ayrıldığını göremedik. Çünkü Varşova paktının dağıldığı gün NATO’nun da anlamı kalmamıştı. Ben yazdım bunu yıllarca NATO’culuk Atatürkçülüğü bitiriyor diye. Eğer NATO Türkiye’yi korursa NATO’yu savunuyoruz. Ama ben 30 sene terörle savaşmışım 30.000 insanımı kaybetmişim efendim NATO orta doğuda benim için benim için devreye girmiş şimdi İsrail’in çıkarları Amerika’nın hegemonyası için NATO devreye giriyor. Türkiye’de birileri çıkıp ya efendim sen NATO’ya üyeysen bende NATO’ya üyeyim, senin çıkarların için nata görev yapıyorsa benim içinde yapması gerekirdi demiyor diyemiyor Çünkü 1950 sonrası Türkiye’nin başına gelen iktidarların pek çoğu maalesef Rockfeller, Eisenhower kıstasından gelmiştir. Eisenhower burslusu bir başbakan 6 kez geldi gitti, 7 kez geldi ve biliyorsunuz cumhurbaşkanı oldu. Eisenhower burslusudur. 1952 Türkiye’nin NATO’ya girdiği yıl amerikan devlet bursu yetiştiriliyor.27 Mayıs sonrasında sol’un lideridir Rockfeller burslusu bir başbakan. 1955 Amerika’ya gidiyor paraşütle geliyor pat, Ankara milletvekili oluyor, 27 Mayıs sonrasında çalışma bakanı işçi haklarını ona veriyorlar. Önce işçi haklarıyla kahraman oluyor sonra Kıbrıs çıkarması yaptırıyor. 2. bir Atatürk oluyor ve ondan sonra 50 yıl Türk solu onun hegemonyasındadır. İşte Türkiye’nin son 50 yılında bir Eisenhower kıskacı ortaya çıkıyor. Eğer onlar çekilseler bıraksalar, ben bu iddiada bulunmazdım. Ama hale bakın sağdaki bütünleşmede Eisenhower bursunun, soldaki yapılanmada da Rockfeller bursunun etkisi var. Sonuç bölünmüş ve parçalanmış sağ, sol. Hiç bir şekilde Türkiye’nin geleceği için iktidar alternatifi değil ve Türkiye her türlü dıştan yönlendirmeli politikalara açık bir alan. Ne kadar ağır şeyler söylüyorum değil mi? Bende rahatsızım bunları söylediğim için, ama maalesef gerçekler bunlar. Bizim bu gerçekleri görmemizi yıllarca basın ve medya aracılığıyla önlediler. Biliyorsunuz ben Atatürk’ün kurduğu gazetenin son dönem yazarlarından birisiyim. Demin söyledim Rockfeller ilk geldiği noktada ilk yaptığı iş Atatürk’ün gazetesini kapatmaktı. Ulus gazetesi kapatıldıktan sonra 60’larda, 70’lerde Türkiye’de 30 tane günlük gazete çıkardı. Ama 70’li yıllardan sonra Ankara’daki tüm gazeteler kapatıldı. Ve Türkiye başkentinde gazete olmayan tek dünya ülkesi durumuna getirildi. Bugün basının önde gelen yöneticilerinin hepsi Ankara’da eğitimini alırlar ama ekonomik merkezi İstanbul’dur. İstanbul’da bu gazetenin başına gelirler. Bakın daha geçen hafta milliyetin başına gelen arkadaşımız Ankara temsilciliğinden geldi. Ankara bu işin mutfağıdır. Bu işler Ankara’da olur. Fakat Ankara’dan yazılamaz. Ankara’dan yönlendirilemez, mutlaka İstanbul süzgecinden geçecektir. Mutlaka İstanbul merkezli bir sermaye çerçevesinde basın yönlendirilecektir. İşte soğuk savaşın sonuna doğru küreselleşmeye doğru ki, bu son askeri yıllarda başlayan süreçtir. 1980’li yıllarda Özal’la beraber İstanbul’un hâkimiyeti Türkiye’de artmıştır. Daha sonra gelen televizyon kontrolünü de İstanbul çok yoğun bir şekilde kendi kontrolüne ve bugün istediği gibi kendilerinin kullanılabilecekleri bir yapı oluşturmuşlardır. Şimdi değerli dinleyiciler Türkiye hala 75 milyonluk bir ülkedir. Nüfusumuz bayağı büyüktür. Avrupa’ya girmeyi engelleyecek kadar. Bu nüfusla bizi Avrupa’ya kesinlikle almayacaklardır. Her zaman iddia ediyorum. Çünkü nüfus araştırmalarında özellikle 2050 yılında Türkiye’nin nüfusu 100 milyon, şu an Avrupa’nın en büyük ülkesi olan Almanya’nın nüfusu 60 milyona iniyor. Böyle bir durumda Almanya ve Fransa, Avrupa’nın patronu konumundaki ülkeler, kendilerinden daha kalabalık bir ülkenin eşit koşullarda eşit şartlarda Avrupa’nın içerisinde olmasını isterler mi, istemezler. Ayrıca Avrupa’nın içindeki Türk etkisine bakarsanız ki Finlandiya, Estonya, Macaristan, Bulgaristan gibi ve Çek cumhuriyeti gibi tarihsel süreci içerisinde Türkiye ile akrabalığı olan, Türk kökeni olan ülkeler ki bunların bu 5 ülkede Hıristiyan’dır, Türk bağlantısı vardır. Ayrıca biliyorsunuz, 15.yy. İspanya’dan kovulmuş olan kuzey Afrikalı Müslümanlar bugün Fransa üzerinden Avrupa’ya girmektedirler ki bu günkü haliyle Türkiye ve yarın ki haliyle 100 milyonluk Türk ve Müslüman bir Türkiye. Kuzey Afrikalıların çalışacağı Avrupa’da Türk asıllı 5 ülkenin bulunduğu ama Hıristiyan ülkenin bulunduğu Avrupa da çok ciddi boyutlarda Türkiye kendi ülkesinin ötesinde bir Türk Müslüman ittifakı yaratacaktır ki bu tarihte 2.Viyana kuşatmasıyla ele geçiremeyeceği Avrupa’nın normal demokratik süreç içerisinde ele geçirilmesidir. Bakın bizim Avrupa’ya karşı çıkmamıza en yoğun karşı çıkan ülke hangisi Avusturya, gittiniz mi, ben gittim 3 kez bulundum. Şuan 500- 600 bin civarında Türk var ama yarın 1, öbür gün 3 milyon. Biliyorsunuz Avusturya nüfusu 10 milyondur. Şimdi 7- 7,5 milyona indi. Çok hızlı bir şekilde 5 milyona iniyorlar, yani bir 10–15 yıllık süre içerisinde Avusturya’da ki Türk nüfusun, Avusturya nüfusundan fazla olması söz konusu ki, Viyana kuşatmasıyla ele geçiremediğimiz Viyana’yı sağ olasın işçilerimizle ele geçirmemiz ve şimdi gülmeyin, emperyal devletleri yönetenler bu şekilde uzun vadeli bakış açılarıyla hareket ediyorlar. Nerden bakarsanız bakın Türkiye bu günkü haliyle girsin yarın Avrupa’nın patronu Türkiye’dir. Bunu iddia ediyorum. Bakın Finlandiya, Estonya, Macaristan, Bulgaristan ve Çek cumhuriyeti’ni incelemiş biri olarak çünkü bunların hepsinin tarihten gelme evet Türklerle akrabalığı olan ülkelerdir. Türkiye bu günkü koşullarda bir büyük ülke olarak Avrupa’nın içerisine girdiği an Müslüman olmasına rağmen Türk yakınlaşması Ural-Altay bağlamındaki biliyorsunuz, Avrupa bütünleşmiş bir Avrupa değildir. Hala Ortodoks Avrupa, Protestan Avrupa, Katolik Avrupa olayı var. Hala Latin, Germen, Anglosakson ayrımı var. Bu çerçevede baktığınız zaman bize yönelik Kopenhag kriterleri olgusu kendilerini de çok ciddi şekilde tehdit etmektedir ki demin söylediğim gibi, Türkiye’nin üyeliğine Avusturya bu doğrultu da karşı çıkıyor, ama esas Fransa, Fransa da son derece rahatsız su süreç içerisinde. O zaman demek ki Türkiye için bir Avrupa geleceği düşünmek mümkün değil 1950’li yıllardan sonra Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Amerika’nın bu gölgeye girmesi İsrail’in kurulmasıyla Türkiye’deki bütün içi politik gelişmeler iddia ediyorum Ortadoğu merkezlidir. 27 Mayıs dâhil. 27 Mayıs, 1958 Irak darbesine, Bağdat darbesine karşı darbedir. Ben yıllarca 27 Mayısı savundum, 70’lerde 80’lerde. Biz hep yarım kalmış Kemalist devrimin tamamlanması olarak görmüştük. Sonra hayretle baktım ki birçok uluslararası belgeler yayınlandı. Bağdat’a 2 dünya savaşı sonrasında İsrail kurulduktan sonra orta doğuda yeni bir pakt gündeme gelir. O pakt Bağdat paktıdır. Bağdat orta doğunun merkezidir. Ortadoğu’daki bu gelişmeleri gören Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal orta doğudaki o otorite boşluğunu gördüğü içindir ki, 2. dünya savaşı öncesinde Amerika’ya İngiltere’ye, Avrupa’ya, Fransa’ya bütün batılı emperyal ülkelere karşı Orta doğuyu bir araya getiren bir pakt, 1936 yılında gündeme getirmiştir. Ve o pakt İran’ın başkenti Tahran’da şahın sarayında Sadabat paktında imzalanmıştır. Şimdi emperyal güçler 1.dünya savaşı öncesinde biliyorsunuz İngiltere ve Fransa girmiştir. Daha sonra da bu bölgede devlet oluşumları ortaya çıkmıştır. Sadabat paktı 1936’da gündeme geldiğinde Irak yavaş yavaş bağımsız olmaya gitmektedir. Irak’ta çok ciddi bir İngiliz Alman çekişmesi vardır. Alman kadrosuna İngiliz darbesi İngiliz kadrosuna Alman darbesi önler, Irak’ın tarihine baktığınız zaman Mezopotamya’da iktidar kavgası İngiliz ve Almanya’nın çekiştiğini görürsünüz. Ama şimdi tabi Amerika’yı kullanan İsrail hâkim oldu. Çünkü biliyorsunuz Yahudi tarihine bakarsanız Yahudilerin ortaya çıkış yeri olarak Mezopotamya’nın ilan edildiğini görürsünüz. Şuan ırak Yahudileri Amerika’yı kullanarak Mezopotamya’ya girmişlerdir. Şuan amerikan ordusu Irak’ı değil batı uygarlığı’nın çıkış yeri olan Mezopotamya’ya geri dönmüşlerdir. Bir anlamda bu günkü batı uygarlığı’nın çıkış noktasına geri dönmüştür. O da Mezopotamya’dır. Şimdi bu çerçevede bakarsanız Irak’taki İngiltere-Almanya çekişmesi var. İran ortada biliyorsunuz. İran’ı devlet yapan süreç çok farklı bir konjektür. Nasıl Osmanlı’yı bu bölgede devlet yapan süreç farklılık arz ediyorsa Osmanlı’dan önce Selçuklu imparatorluğu’nun oluşması bir farklı sürecin sonucuysa bu günkü İran’da bir farklı sürecin sonucudur. Ve eski Selçuklu bölgesinden gelen Türk nüfusun yayıldığı bir alandır. İran ve bazı kaynaklara göre %65 nüfusun Türk asıllı olduğunu görüyoruz inanın. İşte Mustafa Kemal kurarken ki bütün bu emperyal planlara karşı çıkarak bir hazırlık yapmıştır ve biliyorsunuz Atatürk’ün okuduğu kitaplarda cilt cilt yayınlandı. Anıtkabir derneği 25 cilt Atatürk’ün okuduğu kitapları yayınladı. O Kitaplara bakarsanız çok ciddi şekilde sosyoloji, tarih, gibi konulara girdiğini dinler tarihine girdiğini, Türk tarihine girdiğini görürsünüz. Yani Mustafa Kemal kurtuluş savaşına girerken çok bilinçli çok hazırlıklı olarak giriyor. Çünkü Osmanlı’nın yıkılış süreci pat diye ortaya çıkmıyor. Ta 1850’lerden başlıyor. I meşrutiyet, II meşrutiyet bunu önlemek istiyor. Ve II. meşrutiyet döneminde çok yayın var çok konu tartışılıyor, yazılıyor, çiziliyor, Osmanlı sonrası bu bölgedeki devlet yapılanmaları için çok yayın var. II. Meşrutiyet bu bölgede Osmanlı sınırları içinde yaşayan aydınların bilinçlenmesi açısından önemli bir fırsat oluyor. İşte II. meşrutiyet sonrasında Osmanlı savaşı için ciddi devlet hazırlıkları ortaya çıkıyor. Ve Mustafa Kemal’in tarih sahnesine çıktığı süreç, o süreç çıktıktan sonra da kendinden önce gelen bilinci, Namık Kemal’den gelen özgürlük bilincini Ziya Gökalp’den gelen halkçılık milliyetçilik bilincini yani Osmanlı’nın son dönemindeki bilinci de sahip. Fransızcayı çok iyi bildiği için Avrupa’da Fransız ihtilalini de çok iyi biliyor. Zaten Fransız devriminin yaratmış olduğu Avrupa uygarlığı’nın benzeri bir yapıyı Avrupa’nın yanı başında kuruyor ki. Mustafa Kemal’in eseri yani Kemalizm Kemalist model Avrupa’nın yanı başındaki bir doğulu ülkeyi batılı bir ülke haline getirmek, batı uygarlığı’nın içine katmaktır. Ama görüyorsunuz Avrupa yanı başındaki Avrupa’nın yanı başındaki bir yapıyı bu gün hala reddederken inkâr ederken görmezden gelirken, bekletirken, oyalarken Öslandır (?) raporları gibi raporlarla Kemalizm’i, Atatürk’ün devlet modelini bırak öyle gel demektir ki bu mümkün değildir. O’nun mümkün olmayacağını ben çok açık bazı devletler muhatap alınmıyor, başkentler devre dışı, bakın Türkiye’de başkent Ankara da inisiyatifi kaybetti. Ankara’da konuşuyorum ve ben bağırarak konuşuyorum, biliyorsunuz, çünkü ben birilerinin beni duyması gerektiğinin kanaatindeyim. Duyarlarsa sesimizi kaparız, ama ciddi boyutta Ankara Türkiye’yi yönetme imkânı elinden alınan bir başkent haline geldi, tıpkı Bağdat gibi, tıpkı Suriye gibi, tıpkı Tahran gibi, hatta ana hedef Suudi Arabistan gibi. Suudi Arabistan yıllardır Amerika ile kavgalı fakat Türk basını bunu saklıyor. Financial Times dergisinde, Newsweek dergisinde kaç defa Suudi Arabistan kapak oldu Amerika ile kavgası nedeniyle, ama Türkiye’de Suudi Arabistan tartışılmadı. Suudi Arabistan’ın kralını yeğenine öldürttüler 90lı yılların başlarında Amerikalılar ve daha sonra Suudi Arabistan’da üç tane veliaht trafik kazasına kurban gitti, üç tane veliaht daha trafik kazasına kurban gidebilir mi, değerli dinleyiciler. Ben bunları söylediğim zaman komplocu oluyorum. Yoksa emperyalistler bu doğrultuda hareket ettikleri noktada, biz kendi gerçeklerimizi ifade etme noktasında ülkelerle karşılaştırarak daha net konuşabiliyor muyuz, mesele budur. Evet demek ki II. Dünya Savaşı sonrası yapılanmada böyle bir tablo var, bunu Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Atatürk görüyor. Emperyal planlara karşı ki bu emperyal planlar sadece İngiliz merkezli değil. İngiltere Kıbrıs’a girdikten sonra Fransa İngiltere’yi izleyerek, Lübnan’a, Beyrut’a çıkmış ve Suriye’yi kontrol altına almıştır. Suriye üzerinden Anadolu’ya girmiştir. Demek ki hem İngiltere’nin hem Fransa’nın planı var, hem Osmanlı ile ortak savaşan, dün Çanakkale’de yıl dönümünü kutladığımız, Almanya’nın planı var. Hem Rusya’nın güneye inme planı var. Hem de II. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere’nin yavaş yavaş geriye çekilerek bir Atlantik gücü olarak yerini Amerika’ya bırakmasıyla, Amerika’nın bölgeye gelmesi, İsrail’in kurulması, NATO’nun bölgeye gelmeleriyle beraber, hızlı bir şekilde Türkiye’nin, Atlantik emperyalizminin ve Atlantik emperyalizmini kullanan Siyonist İsrail lobilerinin etkisi var. Bu çok açık bir şekilde artık gizlenemez noktaya geldi. Bakın burada bir petrol boru hattımız var. Yılardır bu çalışmaz, çalıştırılmaz, sürekli de bombalanıyor, yumurtalık işte, bombalanıyor. Sonra bakıyorsunuz efendim Kuzey Irak petrolünün Hatay’a akması isteniyor. Şimdi bu bombalamayı, PKK mı yapıyor yoksa petrolün Hatay’a akmasını isteyenler mi yapıyor. Neden bizim Irak-Yumurtalık petrol hattımızın işlemesini önlüyorlar. Bu gibi soruların artık gündeme geldiğini görüyoruz. Şimdi toparlarsak şuna gelmek istiyorum. Türkiye bugün içinde bulunduğu konumu açısından bakarsanız elli yıllık uğraşına rağmen AB’ye girememiş bir ülkedir. Bugünkü yapımızla bizi almayacaklar ama kendi halimize de bırakmayacaklardır. Önce 2005 diyorlar ama 10 yıllık süreç, 2025’dir. Dünya dengeleri değiştiği zaman bu 2040ları da bulabilecek bir süreçtir ki demek ki Türkiye’nin geleceği açısından AB bir çözüm değildir. Hükümette 1 Mart tezkeresine, Türkiye’nin savaşa girmesine hayır dediği bir noktada AB’ye yakınlaşarak, biliyorsunuz İslami taban Avrupa’ya karşıdır, Hıristiyan birliğine karşıdır, makalelerimde yazdım, çünkü Kopenhag kriterleri tamamen uygulanırsa Türkiye Cumhuriyeti yoktur. Bunun altını bir hukukçu olarak çiziyorum size. Kopenhag kriterleri ki bugün yasalar da değiştirilerek kabul edilmiştir. Sonun kadar kabul edilirse, Türkiye Cumhuriyeti yoktur. Peki, Türkiye Cumhuriyetini var eden olgu nedir. Sivas kongresi kararlarıdır. Erzurum’da ön hazırlığı yapılmıştır, Sivas kongresinde karar alınmıştır. Amasra’da Mustafa Kemal çağrıda bulunmuştur. ‘Ey Anadolu misaki milli sınırları içinde bir millet varsa, kalk ayağa’ demiştir. Kalkılmıştır, kurtuluş savaşı yapılmıştır ve ondan sonra Sivas kongresinde alınan kararla Ankara’ya gelip meclis açılmıştır. Devlet kurulmuştur ve ulusal, ün iter, çağdaş bir cumhuriyete dayanan devlet modeli tarihin süreci içinde, Osmanlı’nın yıkıldığı o dönemde ortaya çıkmıştır. Şimdi efendim diyeceksiniz ki, biz Büyük orta doğu projesini dinlemeye geldik, sen bize neler anlatıyorsun, bir Avrupa, bir Türkiye anlatıyorsun. Değerli dinleyiciler Avrupa ki bakın 50 senedir uğraşıyoruz, ana gündemimiz, hala devletimizde Avrupa genel sekreterliği var. Ortadoğu genel sekreterliği var mı, yok. Avrasya’yla uğraşıyoruz 40 senedir, bir Türk dünyası bakanlığı kurabildik mi, var mı öyle bir örgütlenme, yok. Demek ki, bizim Avrupa’nın dışında, batıdan bağımsız hareket etmemizi, böyle bir yapılanmaya bizi sürüklüyorlar. Devlet olarak içine almıyorlar ama serbest de bırakmıyorlar. Çünkü alternatiflerimiz var, o alternatiflerimize girmemek için de bizi kafa kolda tutuyorlar. İşte böyle bir süreç içerisinde, Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti devleti ortaya çıkardığını görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti iki dünya savaşı arasında kurulmuştur. 1. dünya savaşı sonunda yıkıntı sürecinde Osmanlı’nın, merkez alanında kurulmuştur. Merkez olan, bu merkez kelimesini ben son zamanlarda biraz fazla kullanmaya başladım, kullanmak zorundayız. Eğer biz merkez ülke olduğumuzu bilirsek, 50 sene bizi soğuk savaş döneminde sınır karakolu diye kullanan batı emperyalizmi şimdi de işte, Mezopotamya’ya giriş kapısı, Kafkasya’ya geçiş yolu, Asya’ya giriş kapısı veya orta doğuya hâkim olmanın askeri üssü gibi kullanabilir, İsrail’in bizi Arap ve İslam dünyasına şemsiye olarak kullandığı gibi. Bunların hepsi jeopolitik kitaplarda olan terimlerdir ve o kitaplara bu çerçevede bakarsanız Türkiye’nin uluslar arası güçler tarafından bu şekilde kullanılmaya çalışıldığını görürsünüz. Evet, 1. dünya savaşı sonrasında böyle bir ülkeyi yaratan Mustafa Kemal’in 1936 yılında yabancı bir gazeteci gelip kendisine şöyle bir soru soruyor. ‘Paşam siz 1. dünya savaşına girdiniz, sonra bir kurtuluş savaşı yaptınız, yıllardır savaşıyorsunuz. Bu savaşı bilirsiniz acaba bir 3. dünya savaşı çıkar mı?’ diyor. Mustafa Kemal’in 1936da verdiği cevap ki tam Sadabat paktının kurulduğu dönemdir. Evet, çıkar diyor. Neden çıkar. Bu Avrupa’daki iki maceracı yani Hitler ve Mussolini insanlığın başına bela getirir, ‘peki paşam sonunda galip’, hayır bu diyor, bu iki maceracı insanlığın başına bela getirir, kaybederler ama savaş sonrasında okyanus ötesi Bolşevikler dünyaya hâkim olurlar. Yıl 1936. 2. dünya savaşı 39da çıktı. Mustafa Kemal 38de öldü. Hatta son zamanlarda iddialar var. 2. dünya savaşında Mustafa Kemal’in başında bulunmasını istemeyenler yanlış tedaviyle onun ortadan kalkmasını sağladılar diyorlar, aynı tür iddialar Lenin için de var biliyorsunuz. Aynı tür iddialar başka siyaset adamları için de var. En son Arafat için de söylendi bu. Yaser Arafat tam yeni bir görüşme noktasında adam sağlıklı, hastaysa, girdi, çıktı falan, pat diye gitti. En son bizde bir başbakana o şekilde hastane maceralarıyla az daha kaybediyorduk, biliyorsunuz ama Türk kamuoyu zamanında uyandı. Şimdi değerli dinleyiciler, 1936 yılında Türkiye Cumhuriyetini kuran bu önderlik, bu bilgi birikimi 2. dünya savaşı çıkacağını, savaşın sonunu da görüyor ve kurulan devletin korunması söz konusu, kurulan devletin korunması söz konusuysa, burada İngiliz planının 4lü federasyon olduğunu Mustafa Kemal biliyor. Yani Osmanlı sınırlarında 4 tane federasyon olacak, sonra onlar buraya gelecekler, İstanbul’a, İstanbul merkez olacak. 4 federasyon bir araya gelecek, bir 4lü konfederasyon olacak. ‘New East Confederation’ bu yakın doğu kavramı da İngilizlerin bulduğu bir kavram, orta doğu kavramı da. Ben yanlış bir kavram olduğunu her yerde yazıp, çizip, söylüyorum. Niye yanlış bir kavramdır, çünkü doğru kavram dünyanın merkezidir. Doğru kavramın, jeopolitik kitaplarına bakarsanız, buraya ‘heart land’ derler. Dünyanın merkez coğrafyası, peki burası neden Ortadoğu diye tanımlanmış, işte Osmanlı sonrasında bu bölgeye hâkim olmak isteyen Atlantik emperyalizmi, bakın Avrupa demiyorum, Atlantik, çünkü daha sonra İngiltere’nin yerini Amerika aldığı zamanda Atlantik. Atlantik emperyalizmi Avrupa’nın önünü kesmek içim bu bölgeye Osmanlı coğrafyasına hâkim olmayı planlarken, o dönemde İngiltere’yi dünyanın merkezi olarak, bugün Newyok’tur. Washington demiyorum, Newyork’tur dünyanın merkezi. Dünya devleti de, Birleşmiş Milletler de oradadır ama ben bu dünya devletini Newyork’tan İstanbul’a yavaş yavaş taşınmaya hazırlandığı kanaatindeyim. Çünkü bayağı ciddi, bu konuda Newyork’taki dünya devletini, uluslar arası finans kapitali yöneten güçlerde, Sorıns(?) Vakfı, ‘Biltenberk For Insurance Commity’ gibi uluslar arası örgütlenmelerle İstanbul’daki TÜSİAD’ın çok yakın ilişkiler içerisinde olduğunu ve buna hazırlandığını, özellikle bu Levent’teki kulelerin, Newyork olarak gündeme getirilmek istendiği, İstanbul’un gelecekte dünya devletinin merkezi olmaya hazırlandığını görüyorsunuz. Bu hedefi daha 1800lü yılların başlarında Napolyon bütün Avrupa’yı işgale yöneldiğinde ve daha sonra Mısır üzerinden Osmanlı orta doğusuna ve Napolyon’un orta doğuya gelmesinin sebebi de, Fransa’nın o dönemini incelerseniz, Napolyon gidip, gelmiştir. Sebebi, finans kapital, Yahudilerin hâkimiyetindeki Fransız sermayesiyse ters düşmüştür Napolyon ve onları getirip Filistin’e yerleştirmek istemiştir, yani 1800lü yılların başlarında Mısır üzerinden geliyor ama daha sonra Akka kalesinde Cezar Ahmet Paşa bu projeye karşı çıkıyor. İngilizler 1878de Kıbrıs’ı ele geçirdiklerinde Kıbrıs’tan Filistin’e geçiyorlar ve Filistin İngiliz hâkimiyetindeyken, bugünkü İsrail’e yönelik Yahudi göçüne başlıyor. Şimdi değerli dinleyiciler demek ki bu süreç içinde Osmanlı’nın ortadan kalkışı da, Osmanlı’nın yine böyle bir tablonun ortaya çıkışı tesadüfü değil. Burada mutlaka geçmişten gelen olayları görmek zorundayız mesela Hitler’in kararı aslında Türkiye’yi işgal etmek. Ama Hitler’i Türkiye’yi işgal etmekten vazgeçirip Rusya’ya yönlendirenler kimler. Acaba Hitler Türkiye’yi işgal etseydi, 2. dünya savaşı orta doğuya yayılsaydı, savaşın yıkıntılarında sonra İsrail kurulabilir miydi? Bu gibi soruları artık sormamız lazım, 50- 100 sene geçmiş bakın Osmanlı’nın yıkılmasından, bu yana 150 yıl hasta adam coğrafyasının ortaya çıkmasından sonra. Böyle bir tablo var. Şimdi böyle bir tabloya, tabi dünyayı yöneten büyük güçler kendi çıkarları doğrultusunda bakıyorlar ve yönlendiriyorlar, görüyorlar. Dünyayı yöneten güçler Avrupa merkezli büyük devletlerdir ki, bunlar artık 2. dünya savaşı sonrasında bir araya gelerek, çünkü 2. dünya savaşı sonrasına bakarsanız, bir tarafta dev bir Amerika, dev bir Sovyetler, bir tarafta küçük bir Avrupa. Halbuki Avrupa 500 sen dünyayı yönetmiş, iki devin arasında sıkışıp küçük kalamaz Almanya, Fransa ve İngiltere ve hızlı bir şekilde entegrasyon böyle bir süreç içinde meydana geliyor ve 2. dünya savaşı sonrasında bir Avrupa Birliği konusunu Amerika dolaylı olarak destekliyor, kendi kontrolünde. Çünkü Amerika’nın tek büyük korkusu, bakın tekrar ediyorum, Türk kamuoyunda hiç yazılmıyor, çizilmiyor, konuşulmuyor, burada ifade edeceğim ve sanıyorum enerji uzmanı değerli arkadaşlarımda bana katılacaktır. Şu an Amerika dünyaya hâkim olduğu bir noktada gelecekteki en büyük korkusu bir Almanya, Rusya yakınlaşmasıdır ki Almanya, Rusya yakınlaşması, bakın komünist Rusya olmasına rağmen faşist Hitler Stalin’le bir araya gelebilmiştir, Atlantik güçlerine karşı. İdeolojik ayrım devletlerin çıkarlarını belirli bir noktada ertelemez, eğer devletler ayakta kalırsa düşman ideolojilerle de işbirliği yapabilirler. Hitler ve Stalin işbirliğine baktığınız zaman bunu açıkça görüyorsunuz. Şimdi değerli dinleyiciler, işte 2. dünya savaşı sonrasında geçmişten gelen süreç bir şekilde devam ettiğinde Atatürk bunu görüyor ve tedbiri alıyor. 1936 Sadabat paktı. Ortadoğu’nun geleceğinde bir otorite boşluğu olduğunu görüyor, Atatürk’ün seçtiği ana ortak İran’dır. Bugün gizleniyor, nasıl daha önceki dönemde Atatürk’ün Lenin’le olan yakınlıkları, mektupları gizlendiyse, bugün de Sadabat paktı ve Atatürk’ün Ortadoğu’nun geleceğinde Türkiye merkezli bir yapılanmada kendine seçtiği ana ortağın İran olduğu saklanmaktadır ki bunun önlenmesi için Avrupa tarafında Türkiye kontrol edildi, 2. dünya savaşına, İncirlik’ten geçerek. Türkiye’yi üs olarak kullanarak, aslında Amerika sadece İncirlik’i 50 sene üs olarak kullanmadı, bütün Türkiye’yi İncirlik gibi kullandı, şimdi sınırsız kullanmak istiyor. Şimdi NATO anlaşmalarıyla sınırlı kalmak istemiyor, Türkiye direndiği noktada da Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarı açısından çok ciddi yeni üslere ihtiyacı var. O noktada Suriye’yi gündeme aldılar, Lübnan’ı. İran’ı biraz erteliyor çünkü İran’da problem var. İran’ın arkasında Rusya, Çin, Almanya, Fransa açıkça İngiliz-İsrail-Amerikan birlikteliğine direnme noktasındalar ve işte Ortadoğu’da İran’ın arkasına dünyanın iki büyük gücü, iki büyük Asya, iki büyük Avrupa gücü geçtiği noktada İran’ın bir 3. dünya savaşına neden olabileceği görülebiliyor. Ama bu arada kafa kolu alınmış bir arazi var, işte Irak’ta Mezopotamya’daki yapılanma, Türkiye ile İsrail’in yakınlaşmasını sağlayacak bir arazi var. Suriye, işte bu Suriye olayını da gerçekleştirmek için yeni üslere ihtiyaç var, bunun içinde Lübnan’da bir üs kurmak istiyor Amerika, Türkiye’yi kullanamadığı noktada. Buna karşı çıkan Hariri tam bu aşamada öldürülüyor. Hariri’yi Suriye mi öldürdü, yoksa amerikan üssüne karşı çıkan Hariri’yi başkaları mı öldürdü. Suriye kendisine karşı çıkan Hariri’yi daha önce niye öldürmedi de tam İsrail ile Amerika şimdi Suriye’ye saldırırken, Suriye karşıtı bir adamı öldürerek Suriye’yi köşeye sıkıştırıyorlar. Türk kamuoyu bunları daha açık bir şekilde tartışmalı, evet Suriye karşıtı bir Lübnan başbakanı öldürülüyor ama bu adam bakmak lazım, normal koşullarda, çünkü Lübnan’ı yaratan devlet Fransa. Chirac’ın en yakın dostu, biliyor musunuz, Chirac gitti, Hariri’nin yanında bulundu ama bir plan var, o plan aşama aşama gidiyor. 1. plan Irak’tı, Mezopotamya’ydı. Bush’un 1. döneminde bunu tamamladılar. Şimdi 2. dönem. Şimdi Suriye’nin aynen 1. plandaki Irak’ın ele geçirilmesi gerekiyor. Çünkü İsrail çok zor durumda, İsrail projesi iptal edilmiş durumda. Bunu ben İsrail düşmanlığı çerçevesinde değil, İsrailli dostlarımızı uyarmak için söylüyorum. Çünkü çok dikkatli izliyorum İsrail olayını. Son birkaç senedir, İsrail vatandaşlarının, Makedonya, Polonya, Macaristan, Bulgaristan gibi balkan ülkelerinin çifte vatandaşlık aldıklarını görüyorum. Eğer savaş Irak üzerinden patlarsa, İsrail Suriye savaşmaya başlarsa, İran’da Suriye’yi desteklemek üzere Lübnan üzerinden İsrail’i vurmaya başlarsa bir gecede İsrail boşalabilir. Artık İlber Ortaylı gibi bilim adamları da bunu söylüyor. Geçenlerde Türkiye gazetesinde İlber’in bir açıklaması vardı. İsrail’de yaşayanların hiçbirisi kendini güvenlik altında görmüyor, halkın % 90ı psikolojik gerginlik içinde, güvenlik yok, gelecek yok ve bu çerçevede bu proje yürümüyor. Aslında Siyonist projeye göre 1898 İsviçre’nin Basel kentinde yapılan toplantıya göre, alınan kararlara göre, 1. karar 50 yıl sonra Yahudi devleti tamam, 48de kurdular. 100 yıl sonra büyük İsrail devleti. 1998, 7 yıl geçti, plan gecikti, dünya planı çerçevesinde bakarsanız, 89 yılı da tesadüf değil bakın, Fransız ihtilali de 1789. Sovyetlerin yıkılması da 1989, tarihte benzerlikler var. Birkaç yıl sonra da Yugoslavya dağıldı. Plana göre, bunu ben söylemiyorum. Eski bir İngiliz diplomat Londra’da bir Türk genel müdürüne yemek verdiğinde söylüyor. Benim çok yakın arkadaşım. Diyor ki, bizim planımıza göre, 1993te Türkiye dağılacaktı. 12 yıl geciktiler. Türkiye’nin dağılması, güneydoğuda bir Kürt devleti projesi, demek ki bu projeler yapılıyor belirli merkezlerde. İşte Siyonist kongrelerde 1998 büyük İsrail yani bu büyük İsrail ne demek, büyük İsrail Suriye’nin, Irak’ın, Suudi Arabistan’ın, İran’ın, Türkiye’nin eyaletlere bölünerek Kudüs’e bağlanması demek. Eski Osmanlı coğrafyasında ama gelecekte hazar, Kafkasya, orta Asya’da hedeflendiği için Selçuklu coğrafyasını da katarak, İran’ı eyaletlere bölüp bir orta doğu birleşik devletleri, büyük İsrail projesi, Siyonist lobiler orta doğu birleşik devletleri projesi olarak empoze ediliyorlar, İsrail lafını kullanmadan. Peki, genelde hangi devletler birleşecek, şöyle Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili açıklamalarına bakıyorsunuz. Condoleezza’ın açıklamalarına bakıyorsunuz, Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili. Ama demokrasi insan hakları çerçevesinde vaatlerin örgütlenmesi ön plana çıktığı zaman İslami tabadan gelenlerinde Avrupacı olduğunu gördük, ve Amerika ile ters düşen hükümetin Ortadoğu savaşına karşı kendini korumak üzere Avrupa’ya çok yakın durmasına rağmen, 17 Aralık’ta evet göstermelik bir tarih vardır. Bir güvence yoktur ama o tarih içinde karşımıza bizim taviz veremeyeceğimiz bir konu olarak Kıbrıs çıkartılmıştır. Türkiye Kıbrıs’tan vazgeçtiği an gelecekte güney kıyılarından vazgeçmek durumunda kalacaktır. Bakın Yumurtalığın karşı kıyısı Bakû Ceyhan’ın karşı kıyısı Kıbrıs’tır. Böyle bir süreç içinde Kıbrıs’tan vazgeçmesi sonucunda böyle bir masaya oturduğunda yarın Anadolu’dan vazgeçmesi Türkiye’nin Ortadoğu’da bulunduğu bölgelerdeki sınırlarından vazgeçmesi gerekecektir ki olamayacak bir şeydir. Bu günkü hükümetin çözümsüzlüğü buradadır ve düğümlenmiştir. Bir kördüğüm ortaya çıkmıştır. Zaten unutmayın dünya tarihinde bir kördüğümün ortaya çıktığı coğrafya bu coğrafyadır. Kördüğüm nereden geliyor, Gordion’dan geliyor. Gordion nereden? Ankara’nın yanında, İskender gelmiş çözmüş, nasıl çözmüş, barışla mı, kılıçla mı? Kılıçla çözmüş. Kılıçla çözüyorsa bu gün kılıcın yerine başka silahlar var. Çok açık çünkü burada kördüğüm oluyor. Dünya coğrafyasına baktığınız zaman, doğu batı dengeleri burada kesişiyor. Asya-Avrupa dengeleri birbirine uymuyor. Asya’nın dinamiğiyle Avrupa’nın dinamiği birbirine uymuyor ve çatışma çekişme noktası burası. Zaten Türkiye’nin 2. cumhurbaşkanı bunu açıkça ifade etmişti. Yıl 1948, 2.dünya savaşı bitmiş Türkiye savaştan kurtulmuş köşkte yabancı gazetecilerle toplantı yapıyor İsmet İnönü, gazeteciler soruyor; “paşam siz bir harp gazisiniz, kurtuluş savaşından ve 1.dünya savaşından geçtiniz, 2.dünya savaşından Türkiye’yi kurtardınız, 3.dünya savaşı çıkar mı? Çıkar. Nerden çıkar. Bu Avrupalılar 2.dünya savaşından çok insan kaybettiler. 100 milyondan fazla insan öldü, bir daha Avrupa’da savaşmazlar, peki paşam nerde savaşırlar burada, ne için? Petrol için. Yıl 1948 Türkiye cumhuriyetinin 2.cumhurbaşkanı 3.dünya savaşının Orta doğuda petrol yüzünden çıkacağını ve dünya güçlerinin bu coğrafya’da petrol için mücadele edeceğini söylüyor. Demek ki bir tarafta Avrupa Birliği projesi bizi Yugoslavya sürecine sokarak içine alacak, oramızı kullanacak, satın alacak, bizi şuraya bağlayacak, ekonomimizi bağlayacak ki bildiğim kadarıyla şuan Türkiye arazisinin %8’i petrol ve maden şirketlerine tahsis edilmiş, ruhsatı verilmiş durumda, öte yandan Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’yi yeni Osmanlı vizyonuna götürürken, Kemalizm’i nasıl önleyebiliriz diye Washington’daki think-thanklerde toplantılar yapıyor özellikle Washington, Newyork da yapılan toplantılarda Anadolu’daki Kemalizm’i kuvayi milliye yi nasıl önleyebiliriz diye beyin fırtınası yapıyorlar. Çünkü amerikanın planını bozacak olan Anadolu’daki direniştir. Bunu Brezinski açıkça “satranç tahtası” kitabında da dile getirmiştir. Amerika’nın Avrasya coğrafyasında planının işleyebilmesi Türkiye’den Atatürk gibi bir lider çıkarmasına bağlı, ben söylemiyorum Brezinski Amerikan’ın başkanlık danışmanı. Dünya’nın en büyük siyasetçilerinden biri söylüyor ve Amerika’nın, dünyanın merkezi coğrafyasına hâkim olmasını, böyle bir plana bağlıyor, çünkü çok açık bir şekilde İngiliz başkanını İngiltere parlamentosunda da ifade etmiştir. Kim bilebilirdi ki, dünya tarihini değiştirecek bir kahramanı Anadolu’da karşımıza çıkar. İşte o kahramanın direnişi sayesinde devlete sahibiz ve artık 21.yy. da böyle bir devlet modelinin kalmadığını söylüyorlar. Ankara’yı takmıyorlar, İstanbul’u ortak yapıyorlar ve İstanbul üzerinden yeni bir Bizans projesiyle eski Bizans topraklarına yönelen bir Avrupa var, başkenti Brüksel veya Berlin olacak. Bunu önleme noktasında yavaş yavaş İstanbul eski Konstantinopolis’e dönüştüren ama doğu batı Roma ayırımını ayakta tutan Batı Roma’nın doğu’ya hâkim olmasını önleyen bir coğrafyayı yani eski Bizans ve Roma coğrafyasını, İstanbul merkezli bir bölgesel konfederasyona dönüştürme planı var. Ki İngiliz planı, bu gün amerikan planı olarak devredebilir Büyük Ortadoğu Projesi. Fakat bu artık eskisi gibi, Sovyetler sonrasındaki, Osmanlı sonrasındaki bir dünyanın merkezi alanı olarak değil, dünyanın merkezi coğrafyasında yaşayan bütün İslam dünyasını daha kapsayan plana dönüştürmüştür ki işte Büyük Ortadoğu Projesi, biliyorsunuz Fas’tan Endonezya’ya kadar yani Afrika’nın batısından Asya’nın doğu ucuna kadar ki Endonezya. Diyorsunuz çok ilginç bir ülke tavsiye ederim. Endonezya’daki gelişmeleri takip etmenizi, çünkü Endonezya geleceğindeki Çin ve Amerika arasında çok ciddi kavgalar var, bildiğim kadarıyla Endonezya adalarının altında bayağı denizaltı petrol yatakları var, işte Ache olayı, bundan dolayı meydana geldi. Tsunami kendiliğinden mi oldu tartışmalıdır. Ama batı Timor’da bağımsız bir devlet geçen sene kasıtlı olarak Amerika işbirlikçisi ve Amerika’nın Çin’i izleyecek bir pilot üssü olarak meydana geldi. Tıpkı Amerikanın Irak’ta Kürdistan’a aynı şekilde meydana getirmesi gibi demek ki artık İngilizlerin hazırlamış olduğu dünyanın merkezine hâkim olma projesi, yakın doğu konfederasyonu projesi, Büyük Ortadoğu’nun biraz daha genişletilerek Büyük Ortadoğu’dan sonradan genişleştirilmişe dönüştürüldü. Artık Ortadoğu projesi ki orta doğu sözü yanlıştır. Dünyanın merkezidir. Bu bölgeye ve dünyanın merkezine hâkim olma projesidir bu artık ve dünyanın merkezine hâkim olma projesi de bizim çizdiğimiz Ortadoğu merkezli yapılanmadan İslam coğrafyasının dünyanın ortasında yer alan yani kuzey Afrika, orta doğu, Anadolu, Kafkasya, orta Asya ve güney Asya coğrafyasını içine almakta. Biliyorsunuz Portoriko’lu Evanjelik bir fanatik ilahiyatçının kızı olan, biliyorsunuz savaş şairi Condolize Rice’nin ifade ettiği gibi ki bakın bir zenci şu aşamada hem de kadını getirdiler. Sanıyorum gelecekte başkanlık yarışında Hillary Clinton’la Condoleezza Rice arasında yarışacaktır. 2 kadın yarışacak önümüzdeki dönemde. Buna hazırlıklı olun. Rice savaş yanlılarının Hilary savaşın berbat ettiği Amerika’yı toplayacak. Diğer kesimlerin temsilcisi olarak geleceğini zannediyorum. Yani bir kadın unsuru ön plana çıkarak Amerika’daki dağılma ve çözülme sürecini ertelemek, önlemek, yumuşatmak gibi birtakım projeleri de Amerikan politikası ayarlayanların hazırladıkları kanaatindeyim. Şimdi değerli dinleyiciler, Condoleezza Rice’in çizdiği tablo çerçevesinde 22 ülkenin haritası değişecekse, bu Fas’tan Endonezya’ya kadar bir bölgedir ve bunun içerisinde bütün Ortadoğu ülkeleri vardır. Türkiye dâhil olmak üzere vardır. Türkiye bir NATO ülkesi olmasına rağmen vardır. Çünkü Türkiye bu çerçevede hedef alınan coğrafyanın merkezidir. Ama ilginçtir ki soğuk savaş döneminden gelen ilişkiler nedeniyle bu bölgeyi hedef alan batı ilişkilerinin içerisinde yer alan bir ülkedir. Yani Türkiye’nin bu günkü ikili konumu şundan kaynaklanıyor ki bence Türkiye bu durumu çözmeden bundan kurtulamaz. Bölgeyi dönüştürmek isteyen güçler artık biliyorsunuz, Amerika asker bulamıyor ırak’ta savaşacak. Biliyorsunuz Irak’ta 3 tür insan savaşıyor. Dün bir televizyon kanalında bunu anlattığım zaman Hulki Cevizoğlu’nun ifade ettiği gibi yayını kestiler. Hala bir televizyon kanalımızda istenmeyen şeyler söylendiği an yayınlarda kayma ve kesme yapılıyor ki en fazla bununla karşılaşan hocalardan biriyim. Şimdi bu çerçevede değerli dinleyiciler Amerika Irak’ta savaşacak asker bulamıyor. Biliyorsunuz Amerika’da askerlik zorunlu değildir. Irak’ta ya Kürtler büyük Kürdistan için ya Yahudiler büyük İsrail için veyahut ta Evanjelikler kıyamet teorisi ve Hz. İsa’yı gökten indirmek için ya da Afrikalı zenciler biliyorsunuz Afrika da açlık olduğu için birçok zenci amerikan vatandaşlığı istiyor. Amerikalılar vatandaşlığa almadan 2 sene savaşa gel hayatta kalırsan seni vatandaş yaparım diyor. Yani aç ve işsiz zenciler bugün amerikan petrol şirketlerine, İsrail’in Siyonist politikalarının uzantısı olarak bir askeri birliğin içinde savaşıyorlar. Amerikan ordusu bu işi götüremiyor ve bunu gizliyor. Biliyorsunuz 100 binden fazla Iraklı öldü, 1000’den fazla amerikan askerini kaybettiler ama Vietnam gibi amerikan toplumu ayağa kalkmıyor. Çünkü Vietnam’da oğullarını kaybeden anaların beyaz çocukları askere alınmıyor. 3.grup bir de 4.grup var, onları aldığınız zaman Evanjelikler ağlamazlar. Büyük İsrail için gidenler kutsal bir kavgadır. Kürtlerde Kürdistan için uğraşıyorlar. Mesele tamam ama Afrikalı zencileri öldürdükleriyle kalırlar ve savaş devam eder. Bunu şimdiye kadar götürdüler ama yeni dönemde mecburi askerliğe geçmeden amerikanın bu dönemi geçemeyeceği görülüyor. Şimdi bunları niye anlatıyorum. Ne ilgisi var. İşte bu tabloda Türkiye’nin kullanılması gündeme geliyor. Türk kamuoyundan gizlenen olay budur. Türkiye şimdiye kadar 50 sene gizlice kullanıldı. Şimdi açık kullanılmak isteniyor. Açık kullanılan incirlik üssüydü. O da çok büyük tartışma yarattı. Zaten Türkiye’nin komşularıyla Suriye, İran ve Irak’la karşı karşıya gelmesinin sebebi İncirlik’tir. Buda yetmiyormuş gibi birde Silopi de çekiç güç geldi. Türkiye inisiyatifini kaybetti. Çekiç güç güvenlik sağlamak için geldi ki yıkacak Kürdistan’ın kurulmasına yardımcı oldu. Hatırlayın. Kürtler için uçaktan alınan malzemenin bir Türk kaymakamı sandıkları açtığı zaman birçok sandıkta PKK’ya silah dağıtılıyor. Aç Kürtlere gıda yardımı yapıyoruz diye gönderiyorlar. Gıda sandıklarının içinde silah var, Türkiye’ye karşı kullanılan. Bunu da dostumuz ve müttefikimiz NATO anlaşmasına göre bizi teröre karşı koruması zorunlu olan ABD yapıyor. 2. sandık çok daha ilginç. Orda da Kürtçe İncil var. Kürdistan kuruluyor. Ama İslamiyet dayanışmasını da yıkmaları lazım, tek İsrail’le amaçlarına ulaşamazlar. 3 İsrail projesinin gerçekleşmesi lazım, o proje de İsrail-Kürdistan-Ermenistan hattının kurulmasıdır. Bu gün Gürcistan-Ermenistan Hıristiyan Kürdistan ve İsrail İsrail’de kurulursa Anadolu’daki Türk ve Müslüman nüfusla İran’da ki Türk ve Müslüman nüfus bütün plan İran’la Türkiye’nin ayrı kalması üzerine kuruludur. Zaten Selçuklu yıkılıp İran’la Türkiye ayrı devletler haline geldikten sonra Ortadoğu coğrafyasında batılı emperyallerin güçlerinin etkisi artmıştır. İşte bunu bilen atanın cumhuriyeti kurduktan sonra bakın çok ilginçtir. Ortadoğu’daki bu boşluğu önlemek için de batılı güçlere karşı İran’la ortaklığı gündeme getirmesi son derece önemlidir. Bence Türkiye bu günkü haliyle Atatürk’ün kurduğu bir devlet olarak ulusal, üniter ve çağdaş devlet olarak niteliği vurguluyorum bakın, çağdaş cumhuriyeti niye vurguluyorum bakın. İran modeline karşıdır. Geçen hafta televizyonda bir kadın yazarımız İran’ı ziyaret ettikten sonra kitap yazdı ve şunu söylüyor. İran’la Türkiye’yi karşılaştırıyor. Bir bakın 25 senedir “aman İran olmayalım” korkuyoruz değil mi değerli dinleyiciler. Bizi İran olmayalım diye paniğe iten batılılar. Normal ilişkilerimiz gündeme girerse Türkiye İran olmuyor ama İran Türkiye oluyor. Bunu ben söylüyorum. Fethullah hoca tarikatının önde gelen temsilcilerinden sosyolog kadın yazar zaman gazetesi yazarı, Nevval Sevindi, bir sosyologdur. İran’a gidiyor. Açıkça diyor ki Türkiye’nin İran’a yakınlaşmasında İran modeli Türkiye’yi etkileyemez. Türkiye İran olmaz. Bakın bunu ben söylemiyorum. Tamamıyla karşıdaki bir otorite bunu ifade ediyor. Ama Türkiye bu günkü yapısıyla Atatürk modeliyle Kemalist yapısıyla İran’ı etkiler değerli dinleyiciler. Bakın Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuştur. 1923’e kadar Türkiye Cumhuriyeti yoktur. Osmanlı Türk ağırlıklı çokuluslu bir imparatorluktur. Ama İran’daki Şii devleti bir Türk devletidir. 1923’e kadar kaçar hanedanı bir Türk hanedanı Türkiye’nin 2 misli büyüklüğündeki o ülkenin başındaki Türk hanedanıdır. Şimdi Anadolu’da Atatürk 1923’de Türk devletini kurup cumhuriyeti ilan edince İngilizleri panik kapar, o paniğin etkisiyle 1925’de müdahale ederler, İran’daki Türk hanedanını indirip Fars hanedanını geçirirler, Fars hanedanının başındaki kişi eski Rıza Şah Pehlevi’nin babası olan Rıza şah biliyorsunuz. Atatürk’ü ziyarete gelir şunu söylüyor: “İran’la Türkiye birleşmesin diye beni başa getirdiler” diyor. İngilizlerin başa getirdiği İran şahı Atatürk diyor İran’la Türkiye devleti birleşmesin diye bir Türk hanedanı bir Fas hanedanını başa getirdiler diyor. Ondan sonra Atatürk devrimlerine İran açılıyor. O dönemde İran’la ilişkilerde en yakın dönem var, çünkü İranlı’lar da dünyaya açılmak istiyorlar ve Atatürk devrimlerini çok hızı biçimde benimsemek zorundalar. Bu birinci olay, çok önemli, demek ki emperyalizmin ana hedefi Türkiye ile İran’ı karşı karşıya tutmak. Bu bir, burada bitmiyor. Şimdi ikinci olay 1970lere gelindiğinde İran şahı çok zengin oldu. Bir petrol devleti olarak ve iki defa batı kapitalist sisteminin dengelerini bozacak duruma geldiler, petrol dolarlarla. Biri İran, 1978 öncesi ayağındaki halıyı çektiler Humeyni’nin, bir gecede uçakla getirdiler, işi bitirdiler. Diğeri de Kuveyt. Kuveyt’in elinde de çok büyük para birikti. Saddam’ı amerikan elçisi tahrik etti, ya ne duruyorsun. Osmanlı döneminde Kuveyt’e gitti, senin eyaletindi, git al biz hallederiz, dedi. Saddam’ı kışkırttılar, Saddam Kuveyt’e gitti, 1. Kuveyt savaşı resmen Amerika’nın organizasyonuyla başlamıştır ki bana sorarsanız Saddam Hüseyin’in de Amerikalılar adına, daha doğrusu Baas rejimi, ciddi boyutta batılı istihbarat örgütlerinin bir eserirdi ve zamanım Türkiye ile İran’ın yakınlaşması için 2. operasyon Humeyni’nin getirilmesidir. Humeyni Almanya’dan getirilmiştir İsrail projesini önlemek üzere. Vatikan, tekrar ediyorum Vatikan İran’la işbirliği yapmaktadır ve İran ciddi boyutta Almanya ve Fransa yakın işbirliği içindedir. Atlantik güçlerine karşı ki, Atlantik orta doğuda, Atlantik’te büyük merkez var, Londra, İngiltere, Washington, Newyork dünya devleti, İsrail ve gelecekte İstanbul. Şimdi bu çerçevede baktığımız zaman olay çok ciddi bir noktaya geliyor demek ki, orta doğuda batılı emperyal güçlerin hâkim olması için 1. hedef, Türkiye ile İran’ın, Türkiye ki en az 2/3 nüfusumuz Türk asıllı ki, Anadolu nüfusu yavaş yavaş Kopenhag kriterleriyle ben Türk değilim demeye başlıyor. Ama eski Selçuklu coğrafyasından gelen bu interlanddaki Türk nüfusunun yayılması noktasında, ilginçtir Türkiye’deki Türkçüler, Türkiye2deki milliyetçiler, Türkiye’deki Turancılar, sanki İran Türk devleti değilmiş gibi hareket ediyorlar, arada da bir amerikan yönlendirmesi var. Çünkü Anglosaksonların Atlantik güçlerinin ana hedefi dünyanın merkezinde Selçuklu coğrafyasından gelen iki büyük Türk devletinin ayrı devletler olarak ayakta kalmasıdır. Ve kendi kontrollerine girip ve daha sonra da parçalanmasıdır eyaletlerin. Bakın Bush bir toplantıdan çıkarken ağzından Kürdistan lafı çıktı. Hemen dışişleri ertesi gün, yanlış söyledi başkanımız Kürdistan değil, Kırgızistan demek istedi dediler. Aradan birkaç ay geçti, Bush gene bir toplantıdan çıkarken ağzından bir kelime daha çıktı, Belucistan. Belucistan, İran coğrafyasını biliyorsanız, İran’ın doğu eyaletidir. Beliciler ayrı bir millettir. Sen Belucistan’ı ayrı bir devler olarak gündeme getiriyorsan, Anadolu’dan Sevr planını, balkanizasyon planını, balkanlardan Anadolu’ya taşıyıp, orta doğuya ve İran’a da taşımayı hedefliyorsundur ki, İran’da biliyorsunuz, bugün 5 tane etnik yapılanma vardır. Beliciler, Türkmenler, Kürtler, Azeriler ve Farisiler olmak üzere. Demek ki anında İran 5e bölünebilir. İran o yüzden demokrasi de zorlanır. Türkiye’de eskiden öyleydi ama Atatürk sayesinde biz bundan kurtulduk. Niçin, çünkü Atatürk’ün yaklaşımı neydi, Tito’nun yaklaşımına ters, İran’ın yaklaşımına ters bir modeldi. O da neydi. İmtiyazsız, sınırsız, kaynaşmış bir millet. Yani Artvinli bir gürcüyle, güney doğulu bir Kürt asıllıysan, iki Türk vatandaşı olarak Türkiye’de yaşayabilirler. Benim ailem Kafkaslardan gelmiş, eşimin ailesi balkanlardan gelmiş, biz Ankara’da buluşmuşuz, evlenmişiz, Türk kimliğinde birleşmişiz, bir kaynaşma var. Bakın, Türk-Kürt çatışması provoke ediliyor. Tutmuyor. 1 milyondan fazla Türk Kürt evlenmiş, alevi suni çatışması tutmuyor, evet o Kahramanmaraş’ı, Çorum, Sivas olaylarını yaşadık ama halk görüyor ve biz birbirimizden memnunuz. Kendi yağımızla kavruluyoruz, kendi kendimizi yönetiyoruz. İşte başbakanımız doğu Karadenizli, önceki cumhurbaşkanımız Kürt asıllıydı, ondan önceki bilmem neydi. Biz kendi kendimizle bir kaynaşma sürecinde bir uluslaşma sürecini üst kimlik olarak yaratmışız. Amerikalıların, Avrupalıların, İngilizlerin, İsraillilerin karşı olduğu olay budur. Atatürk’ün senteziyle bir üst kimlikte birleşerek imtiyazsız, sınırsız tek vücut bir araya gelmemiz olanaksızdır. Onların bu bölgeye hâkim olması, İran’la Türkiye’nin ayrılması, Sevr haritasının Anadolu’ya taşınması, balkanlardaki Osmanlıyı tavsiye eden balkanizasyon sürecinin Anadolu, Türkiye ve arta Asya’ya taşınmasıdır. Böylece küçük eyaletle olacak, nasıl ‘United States of America’ 50 ayaletten oluşuyorsa, ‘United States of Middle East’ bir 40- 50 eyaletten oluşacak. Ürdün ve Lübnan’la meseleleri yok çünkü onlar küçük devletler ama Suudi Arabistan, Irak’la var, Suriye’yi zaten 5e bölecekler, söylüyorlar, kendi Siyonist yayınlarında 1982 yılında Amerika’da yayınlanan bir dergide açıkça, Suriye eğer gelecekte büyük Ortadoğu projesinde yer alacaksa 5e bölünecek ve Velid Canbolat diye bir adam var. Kim bu adam, Dürzî, onun bir devleti olacak, Maronit, olacak.

Alevi olacak, suni olacak. Suriye’de Ermenistan’dan daha çok önemi var. Yani orta doğuda ermeni nüfusa bakarsanız, aslında Ermenistan’ın ciddi bir ülke olmadığını görürsünüz. Çünkü Ermeniler de Yahudiler gibi Akdeniz kıyılarında ve orta doğuda, biliyorsunuz Akdeniz ve orta doğuda Mezopotamya uygarlığının merkezidir, beşiğidir. Orada kendilerine gelecek arıyorlar. İşte değerli dinleyiciler, bu çerçevede büyük Ortadoğu projesi geçmişten gelen yapısıyla ve Siyonist lobilerin Amerika üzerinden Yahudi Envanjeliklerle kurulmuş olan Siyonist ittifak çerçevesinde parçalı bir Ortadoğu istemektedirler, ama paramparça. Şu an zaten parçalı, imparatorluktan çıkmış, bu yetmiyor onların hâkim olması için. Bir kelime-i şahadet getirdiğiniz zaman herkes Müslüman, Hıristiyanlıkta bir haç çıkardığın zaman herkes Hıristiyan, herkes Yahudi olabiliyor mu? Sorun burada zaten ben de onların azınlık olarak dünyadaki bu hâkimiyeti, bu küçük yapılarıyla dünyayı yönetmelerinin arkasında hep komplolar var dediğim zaman da kim komplocu, benmişim. Biliyorsunuz biz komplo çözücülüğü yapıyoruz, dekoderler gibi. Onlar biz söylediğimiz zaman komploculukla itham edip, komplolarına devam ediyorlar. Demek ki, şimdi Ortadoğu’da bir problem var. Ortadoğu2ya tarihsel olarak baktığımız zaman, benden önce İlber Ortaylı burada konuşmuş, tabi çok fazla tarihi perspektifi açısından, tabi ben size bir özet değerlendirme yapmaya çalıştım, tarihsel süreç, bakmak istemiyorum ama siyasi yapılanma çerçevesinde, içerisinde bakarsanız orta Asya’dan Türklerin ön Asya’ya gelmesi de Türklerin kendi inisiyatifiyle değil, uluslar arası konjektürün getirdiği bir yapıdır. Mavera ün-nehir’den Türkler, oğuz boyları horasan’a geliyorlar, horasan’dan dağılıyorlar, Azerbaycan’a, Kafkasya’ya, Anadolu’ya, Suriye’ye, İran’a. Demek ki, ön Asya Türklüğünün merkezi Anadolu değil, ön Asya Türklüğünün merkezi horasan’dır. Zaten Alev Alatlı da son yazdığı kitapta Anadolu’da parçalı devletler çıkacak diyor, Sevr haritası doğrultusunda, o da benim görüşlerimi doğruluyor. Okumanızı öneririm. Alev Alatlı’yı, katılmadığım yönleri var, çok 2. cumhuriyetçi ve küreselci. Ben tabi biraz ulusalcı bakış açısıyla bakıyorum. Orada bir sözü var, diyor ki; ‘orta Asya’da kalan Türkler de herhalde kuracakları devletin adını yeni horasan cumhuriyeti koyarlar’. Çünkü Malazgirt döneminde bu bölgeye oradan gelmişler. Demek ki, Anadolu’daki Türk bayrağı İran kaynaklıdır, İran’daki Türk bayrağı Mavera ün-nehir, Türkmenistan merkezlidir. E, şimdi biz İran’ın Türk ülkesi olduğunu unutuyoruz. Suriye ve Irak’taki eski Türk varlığından vazgeçiyoruz. Anadolu’nun da Kopenhag kriterleriyle Bizanslaşması veyahut Atlantik planları doğrultusunda yakın doğudan büyük orta doğuya dönüşmesine, parçalı bir yapıya, balkanizasyona geçmesini kabul ediyoruz. Mümkün değil, zaten kurtuluş savaşı, Sevr anlaşmasının Atatürk’ün Samsun’a çıkışıyla bu anlaşmanın, haritanın yırtılmasıyla başlamıştır. Biz bu haritayı yırtmışız, o haritayı tekrar bizim başımıza geçirmeye çalışıyorlar. Amaç sadece Anadolu değil, amaç bütün bu coğrafyaya, dünyanın merkezine hâkim olmaktır. Bu bölgeye hâkim olduğunuz zaman, Avrupa’yı kontrol edersiniz, Rusya’yı kontrol edersiniz. İslam dünyasını kontrol edersiniz. Uzak doğu ülkelerinin dünyanın merkezine gelmelerini önlersiniz. 1981 yılında ben üniversiteden atıldığımda Ankara’da bir Amerikalı diplomatla karşılaştım. Sohbet ediyoruz, dedim ki artık bizlerde üniversiteden temizlendik, herhalde biraz rahat etmişinizdir. Adam biraz içkiliydi, böyle birazda geç bir saat, resepsiyon artık dağılıyor, bana dedi ki, bakın amerikan elçiliğinin iktisat görevlisi, bakın 12 Eylül olmuş, aradan bir sene geçmiş. ‘Our boys done it!’ biliyorsunuz, slogandır, bizim çocuklar başardılar diyorlar 12 Eylülü. Diyor ki, amerikan ataşesi, evet bu sefer tam girdik Türkiye’ye bir daha çıkmayacağız. Üç kıtayı da buradan yöneteceğiz dedi. Ben bunu birçok tanıdığım arkadaşa aktardım. Amerikalıların bakış açısı budur. Dünyanın jeopolitik merkezi budur. Avrupa’yı da, Asya’yı da, Afrika’yı da büyük orta doğu projesini de, İslam dünyasını da yönetmenin yolu, eski Osmanlı ve Bizans’ın merkezi olan bu merkezi coğrafyaya hâkim olmaktır. O zaman burası üzerinden orta doğuya, orta doğu üzerinden Kafkasya’ya ve Hazar’a, Hazar üzerinden de orta Asya’ya ve Sibirya’ya, dünyanın gelecekteki enerji hattı Sibirya’ya kadar gider. Bunu Çinliler ve Japonlar da çok iyi biliyorlar. Yavaş yavaş Japonlar Moğolistan’a kayıyorlar, Çinliler de Kazakistan’la yakınlık kuruyorlar. Petrol boru hatları için, ben şimdi iki uzmanın yanında konuşmak istemem ama benim de bu konularda çeşitli yayınlarım oldu. Dünyanın büyük güçleri, Amerika’nın, Avrupa’nın, batılı güçlerin bunu bildiğini biliyorlar. Değerli arkadaşlar, bu konularda çalıştım. Tabi Türkiye’deki sol kesimi temsil etiğim için Amerikalılar, Avrupalılar, batılılar bizi dışladılar. Ama dünyada önceden bir sosyalist blok vardı, ben bütün eski sosyalist ülkeleri gördüm. Bütün eski sosyalist ülkelerin diplomatlarıyla da yıllarca Ankara’da diyaloglarımız oldu. En fazla Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkelerle bakın 70li yıllarda, Çinli ataşelerle, Hintli askeri ataşelerle, Asyalı ataşelerle, sosyalist ülkelerle yaptığımız değerlendirmelerle bugün anlattıklarımızı konuşurduk. 25- 30 sene önce. Bu kadar bilgi birikimine sahipler. Size ilginç bir şey söyleyeyim. 1985 yılında ben Arnavutluk’a gittim, Enver paşa zamanında resmi davetli olarak. Daha biz 12 Eylül, Sovyetler birliği çatırdamaya başlıyor, daha onu kavrayamadık, ne oluyor falan, tiran radyosunda devamlı yayın var, çağırdım Arnavutları, dedim ki, yahu ne oluyor. Dediler yıldız savaşları. Yıldız savaşlarını biz daha konuşmadık, tartışmadık. Ağrı dağına gelen astronotları bize Nuh’un gemisi diye yutturdular ama öyle bir teknoloji geliştirdiler ki, şu an uzay teknolojisi. İşte Julner’in kitaplarında olduğu gibi, uzaydan dünyayı yönetme teknolojisine sahipler, hem dinliyorlar, he yönlendiriyorlar. Hem yerin altına müdahale ediyorlar, hem yerin üzerine. Biliyorsunuz 1940lı yıllardan sonra da tesla teknolojisine de sahipler. Zelzele de yapıyorlar, fırtına da yaratıyorlar, tsunami de yapıyorlar. Önceden bizim bu konferanslarımıza ajan gönderirlerdi. Artık gerek yok, uzaydan dinliyorlar. Her türlü teknolojik yapı gündemde, bizde bunları bildiğimiz için onlara aktarmak durumundayız, bizle fazla oynamayın, ne yapmak istediğinizi biliyoruz. İşte geldiğimden bu yana ki 1,5 saati geçti konuşmam anlatmak istediğim bu, şimdi toparlıyorum. Diyeceksiniz ki biz buraya Büyük Ortadoğu Projesini dinlemeyi geldik, şimdi benim bu çizdiğim çerçeveyi anlamadan benim anlattıklarımı anlamanız çok zor, çünkü ben farklı bir, aykırı bir öneri getireceğim. Türkiye’de Atatürkçü kesimi temsilden, Türkiye İran işbirliğini savunan biri olarak, yahu şeriatçı devletle Türkiye bir araya gelir mi, ben diyorum ki gelir, iki tane devlet var, orada da 1000 yıllık devlet, burada da 1000 yıllık devlet ve bu iki devlet yok olacak. Bugüne kadar Hatay için bizimle kavga eden Suriye, devlet başkanını devreye soktu, bizim Hatay meselemiz yok dediler. Çünkü Hatay meselesi devam ettiği sürece, Türkiye ile Suriye karşı karşıya ve hem Türkiye Amerika’yla geçiniyor, hem Suriye’nin altını İsrail alttan oyuyor. Suriye devleti de yıkılıyor, Türkiye de. O zaman bir araya gelelim. Bu haftaki ‘gerçek hayat’ dergisi, bakın İslamcı bir dergidir. Doğu konferansı heyetinin Suriye’ye ziyaretini anlatıyor. Yaptıkları temasları, yanılmıyorsam Sayın Göknel’de Suriye’de bulundu, Şam’da bulundu. Şimdi, Değerli arkadaşlar Suriye’de bir halk oylaması, referandum yapın, büyük Ortadoğu mu, büyük İsrail mi, yoksa Türkiye ile beraber olma mı? Devlet dahi Türkiye’ye birleşmeyiz diyorlar, zaten kurtuluş savaşı sırasında Atatürk’e gelmişler, Suriye’nin temsilcisi, Irak’ın temsilcisi, birinci büyük millet meclisinin gizli tutanaklarında bunlar var. Atilla İlhan televizyonlarda bunları anlatıyorlar, ben de aynı kanaatteyim. Çünkü bu eski Osmanlı ülkeleri birisi İngiliz emperyalizmi, birisi Fransız emperyalizmiyle boğuşup ve gelecekte kendini sahipsiz görüyor. Şimdi ben Irak’ı gördüm. Çarşıda dolaşın Türkiye gibi, Türkçe konuşarak herkesi, sordum yahu sen Türk müsün? Ben Ermeni’yim, ben Yahudi’yim diyor ama hepsi Türkçe biliyor. Yani Türkiye gibi, şimdi Suriye’ye gidin, aynı. Demek ki bu ülkeleri kendi haline bırakırsanız, 600 yıl beraber yaşadıkları Türkiye’yle beraber yaşamak istiyorlar. İşte sorun buradan kaynaklanıyor. O PKK terörü dışarıdan gündeme getirilip, kuzey Irak’ta Irak’la Türkiye’nin entegrasyonunu önlüyorlar. PKK, Irak’la Türkiye’nin yakınlaşması için bir engel olarak çıkartılıyor. İsrail projesi doğrultusunda Hıristiyanlaştırılarak, Ermenistan İsrail hattı kurularak İran’la Türk ve Müslüman Anadolu’daki yapılanmanın bir araya gelmesi istenmiyor. Tabi bu Müslüman kelimesini kullanmam rahatsız ediyor olabilir, farklı dini inatça olabilirsiniz. Bunlar bir gerçek, siz farklı inançta olabilirsiniz, dinsiz olabilirsiniz, bu bir vicdani özgürlüktür, kanaattir. Ama şimdi bakın bize dayatılan nedir biliyor musunuz, vicdan özgürlüğünü biz kabul etmişiz zaten biz de var, laik devlet bu demek zaten. Yetmiyor, dini yayma özgürlüğü diye bir özgürlük getiriyorlar, misyonerliğin önü açılıyor. Şu an Irak’la Türkiye’yi Bizans’a dönüştüren ve ütün Ortadoğu coğrafyasını Bizanslaştıracak misyonerlik ki bu İspanya’da yaşanmıştır. Endülüs uygarlığı böyle yıkılmıştır. Birinci dünya savaşı sonrasında Osmanlı yıkıldıktan sonra balkanlarda yaşanmıştır. Anadolu ve orta doğuda ciddi bir re-conquest, buna re-conquest diyorlar, yeniden fetih, yani bir din savaşına alet oluyoruz. Bu noktada işte bölgede ciddi boyutlarda çatışma ortaya çıkıyor. İki ülke karşı karşıya geliyor. Değerli dinleyiciler Türkiye ile İran’ın karşı karşıya gelmesi 90lı yıllarda planlandı. 1980 de plana göre, Sovyetler dağılmadan önce, Saddam Hüseyin’i Amerikalılar kışkırttılar, İran’a saldırttı, 8,5 yıl İran Irak savaşının devam etmesinin sebebi Irak’ın çökmesiydi. Savaş bitti, ertesi yıl, demin söylediğim provokasyonla Irak’ı işgal ettiler. Sovyetlerin tam yılkıma döneminde ve ilginçtir Saddam Hüseyin İran’a saldırmadan bir hafta öncede Türkiye’de 12 Eylül müdahalesi oldu. Bir tarafta İran Irak çarpışırken, bir taraftan da askeri üs olarak gördükleri Türkiye’yi askeri bir yönetime sürüklediler. Tesadüfü değil ve 90a gelindi. 90nın yılbaşında ben ve arkadaşlarım Atatürkçü Düşünce Derneğini kurduk. Benim hocam Muammer Aksoy başkandı, ben genel sekreterdim. 90lı yıllarda Türkiye’nin en büyük örgütüyüz biliyorsunuz, 600ün üzerinde şubemiz var. 150 binin üzerinde üyemiz var ama daha kurulur kurulmaz Muammer hocamızı kaybettik. Muammer Aksoy’u izleyen süreç içerisinde Bahriye Üçok’lar, Uğur Mumcu’lar, Turan Dursunlar, Ahmet Taner Kışlalı’lar, Necip Hablemitoğulları yani Türkiye’de ulusalcı, Kemalist cumhuriyetçi, ne kadar varsa hepsi öldürüldü. Bunlar öldürüldü. Ertesi gün gazeteleri açıyoruz, başta Hürriyet ve Cumhuriyet olmak üzere İran diyorlar. İran. Plana göre 90lı yıllarda da Türkiye ile İran’ın savaşması gündemdeydi, o nedenle Türkiye’de İslamcılar var ki onlara katılmıyoruz bir konsensüs arıyoruz ki zaten bu ülke Kuvayı milliye döneminde kurtuluş savaşında bir konsensüs ortaya çıkmış, kurulmuş. Şimdi böyle bir çatışma savaş ki, Sivas bunu provokasyonudur, Kahramanmaraş, Çorum bunun provokasyonudur ve böyle bir süreçte biz Atatürkçülerle dincilerin savaştığı bir noktaya kaydık biz, 90lı yıllarda. Suçlu sürekli olarak İran gösterildi. Bir hanımefendi, boğazdaki yalısından çıkıp, leydinin topuk sesleri diye manşetten hürriyet gazetesi tarafından pompalanarak Türkiye’ye başbakan yapıldı. Biliyorsunuz değil mi. Bu hanımefendinin tezlerini başkaları yazmış. Bu hanımefendi iktisat profesörü olarak, siyasetin sesinden anlamaz, ama siz anlamayanları getiriyorsunuz, yani bir adam yalnız ve o işi bilmiyor ama o koltukta oturuyor. O koltuğa kolay kolay gelinmez, demek ki birisi oturtmuş. Bu başbakan bir gece, çok önemli komutan bir gece kendisini ziyaret ediyor. ‘efendim, İran’dan çok büyük bir terörist saldırıyla karşı karşıyayız, PKK terör kampları İran’da, müdahale etmemiz lazım’ diyor. Paşa siyaseti bilmeyen bir başbakana söylüyor, ‘peki o zaman müdahale eden hemen’ talimat veriyor ve İran’ın bombalanması. Şimdi siyaseti bilmeyen bir hanımefendiyi, Amerika’da coca cola içecek parası yokmuş ama şimdi çok zengin biliyorsunuz. Bir bankayı kocasıyla beraber çökerttiler. Yani anlıyorsunuz değil mi arkadaşlar beni. İsim vermeden konuşuyorum. Hepsi bilinen şeyler. Bu millet bu oyunlara alet oldu yıllarca. Bu hanımefendi gece saat 9.30 da İran’a savaş emri veriyor. Genelkurmay’ın haberi yok. Genelkurmay’dan habersiz üç tane uçak İran’ı bombalamak için havalanıyor. Gece saat 11de. Türkiye servisiyle dışişleri bakanı Hikmet Çetin’e haber veriyorlar. Dışişleri bakanı saat 11.30 da cumhurbaşkanını uyandırıyor. Durum değerlendirmesi yapıyorlar, anında karar alınıyor. İran’ı bombalamak için havalanmış üç uçak İran sınırından geri dönüyor. Eğer Türkiye’de devlet olmasa, işte siyaseti bilmeyenleri bakan ve başbakan yaptığınız zaman dış yönlendirmeye sürüklersiniz. Demek ki provokasyonlarla Türk kamuoyunu İran’a saldırtamayanlar PKK terörünü, siyaseti bilmeyen bir başbakana gündeme getirerek, en üst düzeyde bu oldu ve Türkiye devleti bundan ders aldı. Ben o dönemde bir devlet bakanı Sayın Mümtaz Soysal’ında çok yakınında bulundum, takip ettik. Değerli dinleyiciler Türkiye’de devlet var hala. Her türlü yıkıma rağmen Ankara direniyor, tasfiye olmadı. Ben bir Ankaralı olarak konuşuyorum, eğer biz İran’a saldırsaydık, ertesi gün İran bize saldıracaktı ve bir Türkiye İran savaşı başlayacaktı. En az 8 yıl sürecekti. Bu savaş sonunda hem İran yıkılacaktı, hem Türkiye yıkılacaktı, ikisi de eşit koşullarda ülkelerdir. İran bizden büyüktür ama biz ondan daha güçlü bir devletiz. Ama İran’ın da petrol zenginliği var ve büyük nüfusu var. Aynı nüfusa sahibiz. Böyle bir tabloda, Türkiye ile İran savaşsaydı, İran Irak savaşının devamı olacaktı, İran ikinci bir savaşa girdiği için yıkılacaktı. Türkiye de bu savaşa girdiği için dağılacaktı. Türkiye Kürtlerle, İran’daki Azeriler bağımsızlık isteyeceklerdi. O zaman Amerikalılar Bağdat’a yeniden geleceklerdi ama askerle gelmeyeceklerdi. Savaş için gelmeyeceklerdi. Dünya tarihine bakın Avrupa’da, savaşlardan sonra Bond çantalı adamlar gelirler, Viyana konferansı, Berlin konferansı, Londra konferansı, Bağdat konferansı için geleceklerdi. 1916da Kahire’de bir Fransız ve İngiliz subayların masaya koyup çizdikleri haritayı düzelteceklerdi. Suriye’nin de, Lübnan’ın da, Irak’ın da, Suudi Arabistan’ın da sınırlarının cetvelle çizildiğini biliyorsunuz. 1916, 1. dünya savaşı sonrası Fransızlar ve İngilizler. İşte Bağdat konferansı, Türkiye ile İran savaşından sonra olacaktı ve Türkiye ile İran savaşından sonra amerikan inisiyatifinde ve İsrail’in güdümünde bir bölgesel coğrafya eyaletler halinde ortaya çıkacaktı. İsrail lobilerinin Amerika’nın yönettiği bir noktada artık İran ve Türkiye coğrafyası da eyaletler halinde, Ortadoğu’daki parçalı yapıyla bütünleşeceği için bir bölgesel Ortadoğu birleşik devletleri gerçekleşecekti. O zaman hem orta doğu petrolleri Mezopotamya, Irak, İran ve Kafkas petrolleri çok rahat bir şekilde İsrail’in Hayfa limanına akacaktı. Geriye Suudi Arabistan ve Mısır kalıyordu. Dikkat edin Amerika’da son 50 senedir en fazla dış yardım Mısır’a yapılmış. Çünkü Mısır İsrail’e itiraz etmesin diye, satın alırlar. Bakın biz bu kadar Amerika için kendimizden fedakârlık ediyoruz, bize para yok. Çünkü bizi kontrol edemezler, biliyorlar……..

( Kaset 2 ) …..Artık eskisi kadar Suudi Arabistan’a hâkim değil, çünkü Suudi Arabistan’da bu petrol şirketlerinin İngiltere ve Amerika’nın kontrolünün, Suudi Arabistan petrolden daha fazla pay istemektedir. Petrolden daha fazla pay isteyen bu Suudi Arabistan’ın bu istekleri kabul edilmediği bir noktada ve yavaş yavaş Ortadoğu’ya yönelik bir harekâtla OPEC yapılanmasının parçalanmasının hedeflendiği bir noktada, çünkü petrol çıkaran ülkeler bir devletlerin uluslararası bir örgütüdür. Ama plan Ortadoğu’daki bütün petrol yataklarının özelleştirilerek şirketler aracılığıyla yönetilmesidir. Bu noktada devletler devre dışı kalmaktadır ve Suudi Arabistan’ı temsil eden hanedan da, Amerika’yla kavgalı noktaya geldiği anda da, benim izlediğim Suudi Arabistan’ın Rusya ve Çin’le yakınlaşması başlamıştır. Şimdiye kadar belirli dengelerle bu iş götürüldü. Önümüzdeki dönemde bakın Çin’de çok hızlı bir kalkınma, Hindistan’da çok hızlı bir yeniden yapılanma gündemde, Rusya’da keza öyle. Baktılar yeniden çıktılar, hepsinin petrol ihtiyacı artıyor. Şimdiye kadar bu ülkelerin petrol ihtiyacı yoktu, hepsi uyuyordu. Amerika’da bir ailede üç kişinin arabası vardı, Çin’de herkesin altında bisiklet vardı. Biliyorsunuz bir söz vardır, Çin’de herkesin altına araba verirseniz bütün dünya oksijensizlikten ölür. Bu kadar dengeler birbirine bağlıdır, işte bu çerçevede Çin’in, Rusya’nın, Hindistan’ın devreye girdiği bir noktada Japonya’nın orta doğudan daha fazla bir pay almak istediği noktada, çünkü Japonya’da çok zorlanıyor, Amerika’nın koltuk altında sermaye ilişkileriyle, finans kapital mali ilişkilerle varlığını koruyor ama Japonya’nın da petrol ihtiyacı çok. Ve artık Amerika’yı dinleyemez hale geliyor, çünkü unutmayın 2. dünya savaşında isyan eden ülkelerden birisi Japonya’dır. Japonya’nın ana hedefi Avustralya’yı işgal etmektir. Bu önlendi, Peru’ya girdiler. Peru’dan kovuldular, biliyorsunuz. Peru’ya uzun bir dönem, 10 yıla yakın bir Japon devlet başkanlığı yaptı, hatırlayın. Ve o dönem Peru’daki Japon büyükelçiliğini kızıl tugaylar bastı, kim bastırabilir tabiî ki Amerika ve CIA örgütlenmesidir. Şimdi Japonlar Avustralya’dan ve Latin Amerika’dan dışlandıkları bir noktada Asya’da kendilerine bir gelecek arıyorlar. Benim tespitlerime göre Moğolistan’ı gelecekte kendileri için bir ‘space of life’ yani bir hayat alanı olarak seçmişlerdir. Hitler’in kendisine hayat alanı olarak Ukrayna’yı seçmesi gibi, böyle bir çerçevede önümüzdeki dönemde olaylar daha hızlı tırmanacaktır. Büyük uçlar daha fazla devreye girecektir ama orta doğuda bir istikrar sağlanamamıştır. Bu bölgeye kim hâkim olacak, bakın büyük İsrail kurulamadı, Amerika çok zor durumda, Irak’ta zorlanıyor, Avrupa giremedi bu bölgeye, Türkiye’yi halledemediler, çözemediler. Türkiye’yi çözselerdi, hemen bir gece içerisinde eyaletler halinde Yugoslavya eyaletlerine yaptıkları gibi alacaklardı, yapamadılar. Türkiye’yi yıkamadılar, Avrupa projesi bozuldu. Irak’ı tam olarak çözemediler, oturtamadılar, büyük bir boşluk var Irak’ın geleceğinde. Savaş devam ederse Amerika çekilmek zorunda kalacak, Amerika Irak’tan çekilirse içerde sorun çıkacak, güney eyaletleri Amerika’dan bağımsız olmaya çalışıyorlar. Çok ciddi boyutta bir Yahudi Hıristiyan kavgası var. Bush’a verilen oy haritasını hatırlarsanız, Amerika’nın kuzeyi ve batısı Bush’a oy vermemiştir. Kuzeyin zengin eyaletleri kesinlikle Bush’un politikalarına karşıdır. Bu şekilde Kanada’yla birleşerek yeni bir devlet yapılanması içine girmek istemektedirler. Bırakın orta doğuyu, bırakın Irak’ı, Amerika kendi içine sahip değil. Kendi içini istikrarlı düzene koyamayan Amerika, orta doğuda istediği düzeni kuramaz, o zaman sonuç. Biz Amerika’ya dayanarak hiçbir şekilde bir yere gidemeyiz. Başımızın çaresine bakmak zorundayız, İsrail projesi iflas etmiştir. Devam ederse, 3. dünya savaşı çıkartır. Bakın çok yoğun bir şekilde orta doğuda Asya devleri devreye giriyorlar. Bakın, bir kaynak göstermek istiyorum, Kanada dönüşünde bir kitap almıştım, ‘The Future of Middle East’, kitabın yazarı Bernard Lewis. Bernard Lewis büyük İsrail projesini hazırlayanlardan birisidir, Yahudi asıllı, Amerikalı profesör. ‘Modern Türkiye’nin doğuşu’ diye Atatürk’ü, Kemalizm’i öven kitabı vardır, hem Türkiye uzmanıdır, hem orta doğu uzmanıdır. Bakın ne diyor. O kitabı çevirmediler Türkçeye, çünkü sonucu çok önemli. O sonucu bilirsek, Türkiye faklı hareket edebilir, ondan korkuyorlar. Sonuçta şunu diyor. Bugün dünyaya batı medeniyetinin hâkim olmasının sebebi, dünyanın merkezi olan orta doğudaki batının egemen olmasıdır. Bu egemenlik devam ederse, dünyaya hâkim olur. Orta doğuya batı hâkim olamazsa, batının hâkimiyeti biter ve Ortadoğu’da Müslüman yapı öne geçer ve Asya’nın üç büyük gücü ve onlarca Müslüman barındıran üç büyük gücü orta doğu Müslüman nüfusunu yönetmeye başlar. Ve orta doğuda gene savaş çıkar ama bu sefer batılılar arasında değil, doğunun üç büyük gücü arasında çıkar. Şu an dünyanın en büyük Müslüman ülkesi Pakistan kopmasına rağmen Hindistan’dır. Pakistan ve Endonezya’dan daha fazla 400 milyon Müslüman Hindistan’da yaşıyor. Çin 40- 50 milyon civarında Müslüman var. İslamiyet’i kullanarak girebilirler. Rusya, Türkler ve Müslümanlar hala Rusya Federasyonu içinde biliyorsunuz. Ural-Altay bölgesinde çok önemli Müslüman bölgeler var. Demek ki kendi sahip oldukları Müslüman nüfusla orta doğuya girerler ve kendi aralarında çekişirler. Sonucu belirsiz, nereden bakarsanız bakın, bu belirsizlik dünyanın önüne yeni bir savaş getirebilir. O zaman bütün bunların başımıza gelmesinin sebebi nedir, Değerli dinleyiciler. Ortadoğu denilen bu dünyanın merkezinde bir otorite boşluğu var, İran orta boyu bir ülke ama dünyanın büyük devleriyle savaşmaya gücü yetmiyor. Türkiye orta boyu bir ülke, bilgi birikimi var, bir sürü imkânı, zenginliği var ama Avrupa’yla, Rusya’yla, Çin’le, Amerika’yla hatta İsrail’le ki İsrail küçük bir devlet değil, dünyanın en büyük gücüdür, dünya devletidir İsrail. Dünya devletinin Ortadoğu şubesidir. Baş etmeye bizim gücümüz yetmiyor. O zaman bu politikaya devam edecekse, bu devleti kuran adamın politikası yolunda gideceğiz. Yani bir Sadabat paktı. Hâlbuki bütün bu problemleri başımıza getiren orta doğudaki büyük devlet yapılarının çökmesidir. O yüzden Avrupa girmek istiyor, Rusya inmek istiyor, Amerika girmek istiyor. İngilizlerin yakın doğu konfederasyon planının sebebi şudur. Osmanlı çökerse ne olur diye düşünmüşlerdir. Bir, Rusya güneye iner, istemiyorlar, 2, Almanya doğuya açılır, istemiyorlar, 3, Araplar birleşir, hayır, 4, İran’ın önderliğinde büyük bir İslam devleti kurulur, hayır olmaz, 5, Türkler İran’la bir araya gelerek yeni bir Selçuklu Osmanlı imparatorluğu kurarlar, olmaz. O zaman balkanizasyonu Kafkaslara, Anadolu’ya, Ortadoğu’ya ve İran’ taşımak lazım. Şimdi bütün bunların sebebi, bu bölgedeki otorite boşluğundan kaynaklanıyor. Şimdi dünyanın demin Sayın Göknel’in açıkladığı gibi, petrol ve doğalgaz, enerji yatakları da bu bölgede olduğu için 3. dünya savaşı kaçınılmazdır. Bizim ayakta kalmamız, bölgedeki bu otorite boşluğunun bölgedeki ülkelerin bir araya gelmesiyle ortadan kalkacaktır. Suriye, Irak, İran Sadabat paktında olduğu gibi bir araya geleceklerdir. Bunun içine Sovyetler birliğinin eyaleti olan Azerbaycan da girecektir. Çünkü Azerbaycan % 100 Türk ve Müslüman’dır ama işte Irak’a müdahale etmeleri bu planı bozuyor ve Irak’tan başlayarak Suriye ve İran’a ve Türkiye’ye taşımaları da bizi hedef haline getiriyor. Metal fırtına, bakınız, metal fırtına tam bu aşamada yayınlanan tesadüfü bir kitap değildir. Kimileri psikolojik savaş yönlendirmesi diyor ama ben bu tür kitapların çok hayırlı olduğu kanaatindeyim, beyin jimnastiği açısından. Çünkü dost ve müttefiklerimiz bizi adam yerine koymadıkları için eşit koşullarda bizi görmedikleri için, sürekli ayak işlerini, alavere, dalavere, Türk Mehmet göreve şeklinde bizi güvenlik işlerinde kullanıyorlar. Hadi biz de Avrupalıyız, hadi gel paylaşalım biraz, hayır sen Avrupalı değilsin, pis Asyalısın diyor. Ben demiyorum, Avrupalılar diyor. Görmüyor muyuz, bunu yaşıyoruz. O zaman demek ki batı merkezli emperyal politikalarla orta doğunun geleceğini kurtaramayız. Kendi aralarında anlaşamıyorlar. Doğulu güçler yavaş yavaş devreye giriyorlar, dört büyük güç, Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya. Dünyanın geleceği, dünyanın merkezindeki otorite boşluğu nedeniyle tehlike altındadır. 3. dünya savaşı her koşulda mümkündür. Bunu önleyecek olay bir Selçuklu yapılanmasını bu bölgede Sadabat paktı çerçevesinde gündeme getirmektedir. Irak işgal altındadır ama İran’la ve Suriye’yle, Azerbaycan’la hızlı bir şekilde yakınlaşarak Irak üzerinden başlayan askeri harekâtın Suriye ve İran’a saldırdığı bir noktadaki bakın, Türk cumhurbaşkanının Suriye’ye gitmesini engellemeye çalışan amerikan büyükelçisi bugün Türkiye’yi terk etmek zorunda kalıyor. Artık hikâyeler bitti, masallar bitti, ben bunları yıllar önce anlatırken kem küm diyordum şimdi eşim yanımda, diyor ki çok ileri gidiyorsun, ama gerçekler bu. Benim tek bir amacım var, benim dedem bir Kuvayi Milliyeciydi değerli dinleyiciler. Ben bu ülkeyi dedemden aldım. Benim iki tane çocuğum var, sizin de çocuklarınız var. Dedemden aldığım gibi bu ülkeyi çocuklarıma, güvenli bir şekilde kalmasını istiyorum. O zaman bakın, iki satir konuşuyorum. Haksız mıyım değerli dinleyiciler, kime düşmanlık yaptık, kime karşı çıktık, kimin adamı olduk, hangi hususa hayır dedik, hepsine evet diyoruz. Bir tek isteğimiz var, dünyanın merkezindeki bu topraklara tarih bizi getirmiş, biz kendi gücümüzle gelmemişiz, dünyanın en büyük gücü değiliz. Dünyanın merkezinde yaşıyoruz ama dünyanın en büyük gücü değiliz, dünyanın en büyük güçleri, dünyanın merkezini ele geçirmek istiyorlar ve bu coğrafya, hiçbir zaman sömürge olmamış bu coğrafyada, el koymak, zenginliklerine sahip olmak istiyorlar. Çünkü Latin Amerika, Afrika, Asya yüzyıllarca sömürdüler, hiçbir şey kalmadı, Avrupa’da hiçbir şey kalmadı ve bu kavga 3. dünya savaşını başlatacak potansiyeli taşımaktadır. Ben felaket tellalı değilim, yıllarca bunu anlattım, o zaman müsaade edin de, bu emperyalistler kendi aralarında anlaşamıyorlarsa, yeni bir denge kuramıyorlarsa, yeni bir konsensüs kuramıyorlarsa, yeni bir savaş tehdidi için bir araya gelerek, kendilerini koruma hakkını kullansınlar. Yeni Sadabat paktı, İran, Türkiye, Suriye birliğiyle ve Azerbaycan’ın katılımıyla devreye girecektir. Tabi, İsrail, Amerika, Avrupa, Rusya buna karşı çıkacaktır. Bunları biliyoruz. O yüzden son zamanlarda Türkiye’yi kontrol etmek için bir Rusçu hareket, İngiltere destekli gündeme geliyor. Gelecekte çatışma ve çekişme var. Dünyanın merkezindeki otorite boşluğunu dolduramazsak, dünya barışını koruyamayız. Bakın, demin Alev Alatlı’dan söz ettim, kendisiyle birçok konuda anlaşamıyorum, ayrı düşünüyoruz ama bazı gerçekler var. O da şu. Diyor ki: Türkiye’nin ayakta kalması dünya barışı için garantidir. Eğer Türkiye yıkılırsa, bu coğrafyanın ne olacağı belli değildir, aynı şeyi İran içinde söyleyebiliriz. İran’la ve Türkiye, tarihin bu aşamasında yeniden bir ortak kadere sürüklenmektedir. Nasıl Selçukluları gündeme getiren 11. yüzyıldaki yeni yapılanma, İran ve Türkiye’yi tek bir devlet haline getirmişse, ben İran’a karışalım demiyorum, ayrı bir devlet olsunlar, onlar da bize karışmasınlar. Suriye’ye de karışmayalım, Azerbaycan’a da karışmayalım. Ama dünyanın merkezinde yer alan, orta doğuyla Kafkas petrolleri arasında yer alan bu 4 ülke batılı emperyal güçlerin, petrol savaşına alet olacak ve saldırıya uğrayacaklarsa kendilerini korumak için bir araya gelsinler. Yeni bir sentoyu bu bölgede kuralım, eski sento, Sovyetlerin orta doğuya girmesi üzerine Amerika ve İngiltere tarafından kurularak Sovyetlerin İsrail’e müdahalesini önlemek için kurulmuştur. Ne kadar kesin konuşuyorum, görüyorsunuz, tarih bizi doğruluyor. O zaman yeni sentoyu bu sefer Amerika ve İngiltere’ye karşı kuracağız. Kusura bakmasınlar, çünkü gemilerle bu bölgeyi işgale onlar geldiler ve saldırıyorlar. Bugün Irak ertesi gün Suriye’dir. Sonra Türkiye ve İran’dır. O zaman Azerbaycan’ı da yanımıza alarak bu 4 ülke, bakın cumhurbaşkanımız gidecek Suriye’ye, başbakan İran!a gidecek, onların devlet adamları gelecek, Azerbaycan’la ilişkilerimizi geliştireceğiz ve bu bölgede Bakü merkezli, bakın Ankara merkez olursa İran kabul etmez. Tahran merkez olursa Türkiye kabul etmez, iki büyük ülke yan yana gelecek, küçük ülkenin merkezini, bu bölgenin, konfederasyonun başkenti yapacağız. Çünkü merkezi devletler birliği adını verdiğim bu bölgesel konfederasyonun, ben vermiyorum, Amerika ve İngilizlerin söylendiğine göre, bakın karşınızda General Ebizeyt (?) var, kimin commanderı bu. ‘Central forces’, merkezi kuvvetler. Amerika dünyaya yayılmıştır. Doğu, batı, kuzey, güney, bu bölgede merkez diyorlar ve orta doğu yanıltıcı, burası merkez. Amerika’nın işgal için kullandığı ordunun adi merkezi kuvvetlerse, merkezdeki devletler bir araya gelerek kuracağı birliğin adı da merkezi devletler birliği olacaktır. Önceden nasıl ‘Sovyet Union’ vardı, nasıl şimdi ‘Europen Union’ var, Sovyetler birliği, Avrupa Birliği gibi, şimdi de ‘Central Union’ olacak. Merkezi birlik, biz dünyanın merkezinde bu birliği başka türlü oluşturamayız, çünkü ortak kader aynı saldırıyı paylaştıracağımız şu ülkelerle yok olmamak için bir araya gelmemiz lazım. Tabi çok büyük zorluklar var, çok büyük itirazlar olacağına da biliyorum, rejim farklılıkları vs. bunların hepsini tartışacağız. Şu bir geçek ki, mevcut devletler yıkılmadan ayakta kalmasını ve bu bölgeye yönelik petrol, enerji saldırısına önleyebileceği, orta doğuda başlamış olan savaş sürecinin Kafkasya’ya tırmanmasını önleyecek, bakın zaman olmadığı için giremedim. Çeçenistan konusunu çok iyi bilirim, orada bulundum, Kafkasya’yı çok iyi izliyorum. Çok kötü, orta doğudan daha kötü, eğer bu süreci orta doğu da kesemezsek, Kafkasya yarın Lübnan’a dönecektir. Çeçenistan’da kim barışı savunduysa onu öldürüyorlar, Dudayev, Hasadaf, kendisiyle tanıştım, eski Sovyet ordusunun bir komutanıydı, barış istiyordu. Ölmeden 4 saat önce telefonda barışı yapın, barışı isteyenleri öldürüyorlar. Neden, petrol coğrafyasına el koymak için savaşa devam. Coğrafyaya sahip olana kadar savaş devam edecek, o savaşa eğer biz dur demezsek bakın dünya devletleri Türkiye’de seçim kazanmak için seçim programları hazırlıyor. Amerika’dan gelen arkadaşlarımız, isim vermeyim. Türkiye’nin geleceği için bir adam programları hazırlıyorlar. Bakıyorsunuz, doğu kara deniz Anadolu’ya uzaktır, Kafkasya bütünleşmesi için bir şeyler yapalım. Türkiye’nin güneydoğusu orta doğuyla birleşmelidir. Türkiye’nin batısı Avrupa ile birleşmelidir. Türkiye kalıyor mu, bundan 10 yıl önce Bursa’da bir toplantıda, Biltenberk(?) toplantılarına Türkiye’den katılan Prof. Gülten Kazan’la beraberdim. Olayların nereye gideceğini sorduğumuzda şaşırdı, dedi ki sen mutlaka gel, İstanbul’da konuşacağız. Bilgi Üniversitesine gittim, uzun bir toplantı, tartıştık muhtemel gelişmeleri. Sonuç biliyorsunuz, Gülten Kazan’ın küreselleşme, ulus devlet üzerine 5 tane kitabı var. Çok önemli, uluslar arası bir iktisatçı ve bilim kadını, Türkiye’nin gururu. Sonuç, Türkiye üçe bölünüyor bu süreçte, Ankara’nın batısı Avrupa’ya, güneydoğu ve Çukurova İsrail’e, doğu Anadolu, Ermenistan ve Pontus’a, Amerika’nın kontrolünde bir Kafkas federasyonuna. Eğer savaşı önleme noktasına gelirse, paylaşılan arazinin tam ortasındayız. Türkiye’nin batısı Avrupa’ya, doğusu ve kuzey doğusu Kafkasya’ya, güneyi ve güneydoğu, orta doğu ve İsrail’e gidiyor. Üç merkez Türkiye’yi paylaşarak anlaşıyorlar. Cebinizdeki eurolara bakın, Avrupa’nın sınırı Ankara’yla Eskişehir arasından geçiyor, bizim için Eskişehir iki saatlik mesafe ama yarın Ankara-Eskişehir arasında ben bir Asya devleti Eskişehir bir Avrupa devleti olacaksa ki, buyurun gezelim bütün Anadolu’yu. Trakya ve ege hepsi girişte böyle, Manisa bir Avrupa şehridir, Aydın bir Avrupa şehridir, Eskişehir bir Avrupa şehridir, Erzurum, Sivas’ta Avrupa tabelaları göremedim. Yok, demek ki bayağı ciddi bir hazırlık var, hem çekişme ve çatışma var, hem de gelecekte muhtemel bir anlaşma var. Gelecekte muhtemel bir anlaşmanın biz tarafı değiliz, konusuyuz, arazimiz üzerinde anlaşma olacak. Biliyorsunuz, küreselleşmeyi savunanlar ne diyorlar. Küreselleşme hem tehditler hem şans getirir. Güçlüyseniz şans getirir, zayıfsanız tehdit getirir. Ne diyorlar, ‘to be a breakfast, to eat breakfast’, kahvaltıyı bizler yiyecek miyiz, yoksa kahvaltı masasında onlar mı bizi yiyecek. Eğer bu gidişe dur denmezse, üç merkezin anlaşacağı arazinin merkezi olarak, Türkiye’nin üçe bölünmesi kaçınılmazdır. Ben Anadolu’yu her hafta geziyorum değerli dinleyiciler. Edirne, bursa, İzmir, Antalya, Adana, Diyarbakır, Van, Erzurum, Sivas, Konya 10 büyük şehrimiz, 10 büyük eyalet merkezi olarak gelişmektedir. Yerel yönetimlerin desteklenmesi, merkezi yönetimin tasfiyesi noktasında bu hızlanmakta biliyorsunuz. IMF ve Dünya Bankası kredileri artık şehirlere veriliyor, devletler by pass ediliyor. Hızlı bir şekilde de küresel yapılanma da bu kıtasal yapılanma önümüze projelerle geliyor ve bu projeler sivil toplum kuruluşları aracılığıyla uygulanıyor. Devleti temsil etmeyen adamlara daha dün dernek kurmuş, adamın önüne proje koyuyorlar, dışarıdan veriyorlar devleti tasfiye den yapılanmalar. Sivil toplumculuk adına uygulanıyor ve Türkiye’yi kendi toprakları üzerinde Türk devleti tasfiye ediliyor. Türk devleti misakı milli sınırları içindeki kendi ülkesini kontrol edemezken, bölgedeki bu gelişmelerin tehdidi altında yaşayamaz. O zaman çok hızlı bir şekilde merkezi yapılanma, yeniden toparlanacak bir şekilde büyük İsrail, büyük Avrupa ve büyük orta doğu projelerine alternatif kendi projelerimizi gündeme getireceğiz. Burada soğuk bir öneriyle karşınıza çıkıyorum ve uluslar arası dengeleri komşularımızla yakınlaşarak, gücümüzü arttıracağız, batılı emperyal güçlerin bölgeye saldırmasına karşı da Asya ülkeleriyle yakınlaşarak, doğu batı dengesini kuracağız. Unutmayın, Peyami Safa bu toprakların yetiştirdiği bir yazardır. En büyük eseri doğu batı sentezidir. Niye doğu batı sentezi, niye batı değil de sadece doğu batı, doğu batı çünkü merkez. Biz ne batıyız ne doğu. Avrupalılara göre de Ankara’nın batısı batı, doğusu doğu. Ben şimdi onların çizdiği bu tabloda, Ankara’nın batısı batı, doğusu doğuysa, ben yokum demektir. Ben böyle devlet olarak ayakta kalabilmem için o zaman bölgesel yeniden yapılanma kendi çıkarlarım, kendi birliğimi koruma noktasında gerçekleştireceğim. Zaman kalmadığı için petrol boru hattına giremedim ama bütün bu anlattıklarım çerçevesinde, orta doğu petrollerinin, Kafkasya petrollerinin orta Asya ve Sibirya enerji kaynaklarının batı pazarlarına, Avrupa veya Akdeniz üzerinden dünya pazarlarına yönelmesi noktasında da belirli haritalar çizilmektedir. Petrol merkezli haritalarda gündeme getirilmektedir. Petrol merkezli ve enerji hatları merkezli haritaların gündeme geldiği noktada ki bakın, PKK terörü yıllarca devam etti hem bir Kürdistan oluşumuna yardımcı oldu, hem Yumurtalık petrol boru hattının akmasını engelledi. Irak’la Türkiye arasında petrol karşılığı mal ticaretini önlediler. Irak’ın sanayi yok, Irak’ın ihtiyacı olan tüm malı biz üretiyoruz. Elinde ne var, petrol var, al kardeşim. Tamam bitti. O da zengin ben de zenginim. Ne Avrupa’ya ne Amerika’ya ihtiyacımız yok ama bunu bozdular, kuzey Irak’taki fiili yapılanmayla ve bunu terörist bir yapılanmaya dönüştürdükleri noktada bozdular ve işte yeni coğrafyalar, yeni haritaların çizileceği, boş bir alanda müsait bir ortam yarattılar. Süremi geçtiğimin farkındayım, maruzatımı size kısaca özetledim. Demek ki, önce Türkiye olarak ayakta kalacağız, merkezimizi güçlendireceğiz. Türkiye’nin bu değişen koşullarda ayakta kalabilmesi için, kurtuluş savaşından gelen yeni bir konsensüs Kuvayı milliye çizgisinde solu ve sağı Türkiye’den yana herkesin bir araya gelebileceği ulusal bir yapılanma, bir ulusal platform ve cephe zorunlu ve şarttır. Bence bu Türkiye’de gerçekleşecek. İkincisi mutlaka komşularımızla bir araya gelerek Sadabat paktı benzeri, günümüz koşullarında merkezi devletler birliğini kuracağız. Üçüncüsü Asya ülkelerini mutlaka bu bölgeye getirteceğiz. Çin, Japonya, Hindistan daha fazla bu bölgede etkin olacak, batılı saldırganlara karşı denge sağlayacak. Dördüncüsü uluslar arası kuruluşlarda daha etkin çalışacağız. Ve giderek anti küresel yapılaşma içerisinde Porto Allegro merkezli yapı içerisinde ve uluslararası kuruluşlarda bakın şimdi çok önemli Avrupa Amerika işbirliğine karşı Çin, brezilya, Hindistan üçgeni çıkıyor ortaya. Dünya ticaret örgütünde, bunların içinde yer alacağız ama biz IMF baş üstüne efendim, DB emredersiniz efendim, Amerika baş üstüne efendim. Bu tavırla hiçbir yere gidemeyiz. Avrupa ile süreci yeniden gözden geçireceğiz. Gerekiyorsa AB genel sekreterliğini ortadan kaldıracağız. Evet, gerekiyorsa bir Avrasya yapılanması çerçevesinde orta doğu ve orta Asya’ya yönelik bir bakanlık kuracağız. Küçücük beğenmediğimiz Yunanistan, 250 bin Türk’ün yaşadığı batı Trakya’yı kendi kontrolünde tutmak için kuzey Yunanistan bakanlığı kuruyor. Bizim güneydoğu bakanlığımız var mı, hadi bir kurun bakalım Avrupa izin verir mi? Ama Yunanistan’a veriyorlar. İnsan hakları sadece bizim için geçerli, güneydoğu. Batı Trakya’yı bir inceleyin. Avrupa’nın içerisine girmiş olan Yunanistan’da Almanya’daki batı Trakya dernekleriyle yakın görüşmelerim oldu. Olağanüstü bir insan hakları sorunu var. Ama çifte standart orada da geçerli, demek ki medeni uygar dediğimiz batı bizi dışlıyor, hala emperyal yüzüyle bu bölgeye bakıyor. Dünya gücü olarak dünyanın merkezini ele geçirme noktasında. Dünyanın bütün enerji kaynaklarına el koyma noktasında da hedef aldığı bu bölgeyi kendi kontrolüne almak için savaş sürecini kışkırtıyor. Biz batılı sayılıyoruz, onlardan ayrı hareket etmemize izin vermiyorlar ama ülkemiz bu bölgenin içinde olduğu için, hedef ülkeyiz. Bunu kavrayarak bizim kendimizi savunmamıza izin vermiyorlar. Alternatif politikalar üretmemize izin vermiyorlar. Biz de buna izin veremeyiz artık. Türkiye’yi artık Avrupa’dan, Amerika’dan gönderilen yetiştirilen politikacılar yönetemez. Nasıl Kemal Derviş dışlandıysa, nasıl Edelman bu ülkeden geri gidiyorsa, artık Avrupa’dan, Amerika’dan gelen, batıdan gelen yöneticiler bu ülkeyi yönetemezler. Bu ülkeyi Türkiye’nin kendi içinden çıkarttığı, Atatürk gibi önderler yönetecektir. Unutmayın, Mustafa kemal de göreve geldikten sonra hiçbir batı ülkesine gidememiştir. Çünkü batı emperyalizmiyle savaşmıştır. Göreve geldikten sonra 8 yıl İstanbul’a gidememiştir. Çünkü İstanbul ihanet içindedir, Yalova’ya gitmiştir ama öleceğini anladığı an Çankaya’ya değil, Dolmabahçe’ye gidip yatmıştır evet Türkiye’nin kuruşunda Ankara İstanbul kavgası vardır, İstanbul kırgındır, öleceğini anladığı an İstanbul’a gidip yatıyor, Türk milletine Ata’sının son anını İstanbul’da veriyor. Demek ki Türkiye’nin geleceğinde yeni bir Ankara İstanbul birlikteliğini mesaj olarak bırakıyor. Zannediyorum Ankaralı bir bilim adamı olarak İstanbul’la kavgamız var. Yeniden İstanbul’la barışabilmek, yeniden bu planlarda bir araya gelebilmek için, önümüzdeki dönemde çok daha yoğun bu konuları tartışacağız. Değerli dinleyiciler, hepinizin zamanını aldım, bana bu fırsatı veren ODTÜ mezunlar derneğine ve BOP araştırma kuruluna ve Sayın Göknel’e teşekkür diyorum. Hepinize saygılar sunuyorum, kusura bakmayın biraz uzattım, çenemiz düşük ama gördüğünüz gibi sorunlar çok büyük ve yıllardır biz bu konularla uğraştığımız için saatlerce konuşabiliriz. İnanın, Gaziantep’te saat gece 12:00ye kadar, Edirne’de gece yarısı saat 1:00a kadar, Kars’ta gece yarısı saat 11:00e kadar, Türkiye’nin her yerinde bu konuları saatlerce konuşuyoruz. İstanbul yönlendirmeli medya Türk halkını ikna edemiyor. Hepinize saygılar.

B : Efendim, yurttaş bilinciyle, Cumartesi günü gelip, burada bu salonu dolduran, sizlere çok teşekkür ediyorum. Ben sorular için hocamız soluk alırken, bir iki konuyu da ilave etmek istiyorum. Barış gönülleri konusunu söylemişti. Barış gönülleri o zaman Türkiye’de olmayan demogratik yapıyı ortaya çıkarmışlardır, yani Türkiye’de biraz önce hocamın söylediği gibi kim nedir, nerededir, neyin nesidir, evveliyatı nedir, nasıl geçinir detayına kadar Barış gönülleri, bizim Barış gönülleri dediğimiz insanlar Türkiye’nin demografik haritasını çıkarmışlardır. Türkiye’de olmayan bilgi ABD’de vardır.

AÇ : İsrail’de de var efendim. Amerika veriyor onlara da. Türkiye’de belirli konularda araştırma yapanlar, aradıklarını Türk kütüphanelerinde bulamayanlar İsrail’de buluyor. Sadece paradan değil, bilgiden geliyor.

B : Bu doğruların biri, ikincisi, bir iki senedir bir soru vardı kendi kendime sorduğum, cevap vermemiştim hocam konuşurken aklıma geldi, Amerika Birleşik Devletleri niye İstanbul’a Ankara’daki büyükelçiliğin 5 misli bir konsolosluk yaptı diye. Cevabını buldum.

AÇ : Onun adı Avrasya Pentagonudur, biliyorsunuz. Pentagon’u dünyanın merkezine taşıdılar. Her yerde söylüyoruz. İstinye’de konsolosluk değil, pentagon kurdu onu. Savaşacaklar burada, ülkemizi üs olarak, sadece İncirlik’te değil. Bütün Türkiye İncirlik olacak.

B : Sizlere giriş konuşmamda söylemiştim. Avrupa Birliğinin çalışma raporunda suyla ilgili bir konu var demiştim. Bu komisyon kurmayları çalışma belgesidir. Türkiye üyelik perspektifi açısından ortaya çıkan önemli konular. Bu bölüm 1- 3, sayfa 9, paragraf 6. onu paragraf olarak okumak istiyorum. Şöyle denmekte, “Bölgedeki bir anahtar konu, kalkınma ve sulama için suya ulaşmaktır. Su, önümüzdeki yıllarda Orta Doğu’da giderek artan bir stratejik konu olacaktır ve Türkiye’nin katılımıyla, beklenmelidir ki, su kaynakları ve ilgili altyapının ( Fırat ve Dicle nehir havzalarındaki barajlar ve sulama projeleri, İsrail ve komşu ülkeler arasındaki sınır aşan su işbirliği) uluslararası yönetimi, AB için önemli bir konu haline gelecektir. Türkiye’nin katılımının sonucu olarak, Türkiye ve bölgedeki diğer ülkelerdeki, boyutu yadsınamayacak kürt azınlık ve AB’deki kürt diasporası, AB’nin bu ülkelerle ilişkilerin karışıklıklara neden olabilecektir”. AB ilişkilerinde İsrail’in varlığını çözememiştim burada, niye su konusuna giriyor diye, hocamın konuşmasından onun da cevabını aldım.

AÇ : Ben izin verirseniz, üç şey eklemek istiyorum, Sayın Göknel’i doğrulamak için, bir kere zaman kalmadığı için su sorununa giremedim. Ama Türk kamuoyunun bilmediği bir şeyi burada anlatmak istiyorum. Değerli dinleyiciler, 1998 yılında Afrika’da yapılan uluslar arası bir toplantıya, Türkiye’de hiçbir diplomat, çünkü diplomatlar genelde Avrupa ve Amerika’da yapılan toplantılara giderler. Afrika’ya gitmedi, risk vardır, gitmediği için, zorunlu olarak devlet beni gönderdi, iyi ki gitmişim, Habeşistan’a, Etiyopya’ya gittiğimde çok şey öğrendim. Şimdi biliyorsunuz başbakanımız Afrika’ya gitti, önce Etiyopya’ya gitti, sonra güney Afrika’ya gitti. Etiyopya biliyorsunuz eski Osmanlı toprağıdır, kuzey Afrika ülkesi olarak ve Afrika’nın ilk ve en eski toprağıdır, hatta Yahudilerin oradan tarih sahnesine çıktığı iddia edilir. Yahudiler açısından kutsal bir topraktır. Fallaşalar, zenci fallaşalar oradan gelmiştir İsrail’e. Şimdi ben 98 yılında gittiğimde oradaki büyükelçimiz beni Habeşistan’ı biraz gezdirdi ve bazı bilgiler aldım. Kızıldeniz’in etrafındaki bütün ülkeler Müslüman ve Arap. Eğer İsrail Sayın Göknel’in ifade ettiği ki benim iddiam şudur. GAP projesi Türkiye için değil, İsrail için yapılmıştır. 50 sene bizim imkânlarımızla biz bu projeyi yapıyoruz, bu proje yüzünden fakir kalıyoruz, dünyanın en büyük enflasyon oranı yüksek, dünyanın en zengin ülkesinde en fakir halklardan biri halin geliyoruz. Sebebi GAP. Tam GAP’ı yapıyoruz, bitiyor, bir dakika burası Türkiye değil diyorlar, Kürdistan, tam işte yeniden yapılanma, kuzey Irak’ta Kürtlerle Yahudiler akraba, işte Kürdistan, bilmem ne. Şimdi değerli dinleyiciler İsrail’in orta doğuda ayakta kalabilmesi geçekten su meselesine bağlı. Bunu Ergin Amerika’dan döndükten sonra yılardır anlatıyor. İsrail’in ihtiyacı su, Irak’ın ihtiyacı yok ben Irak’ı da gördüm. Kendi sorununu çözüyor. Biz anlaşıyoruz Suriye’yle, onunla bir sorunumuz yok. O bize su veriyor, biz ona veriyoruz, mesela Asi ırmağında Sayın başbakan bir barajı kabul etti, şimdi problem İsrail. Şimdi orta doğuda büyük İsrail’i kurabilmek için suyu orta doğuda bulamıyor, çünkü atmosferdeki bu ısınma, bunun da sebebi Amerika’daki Yahudi sanayicilerdir gene kendileri. Amerika’daki Yahudi sanayicilerdir Amerika’ya baskı yapsalar Kyoto protokolü imzalanır, atmosferdeki ısınma önlenir, yapmıyorlar. Faturayı bize ödetecekler. Bizim sanayimizi tasfiye ediyorlar ama kendi sanayilerine high-tech geliştirerek küresel pazarı Amerika merkezli yönlendirme doğrultusunda Kyoto protokolü falan tanımıyorlar. Ama işte o Kyoto protokolünü Amerika imzalamayınca, yeraltı suları yok oluyor, orta doğuda su sorunu ortaya çıkıyor. Faturayı kim ödeyecek. Türkiye. Şimdilik gidiyor iş istedikleri gibi ama Türkiye uyandı. Türkiye uyandıktan sonra sorun var, savaş var, alternatifte hazırlamışlar. Alternatif Habeşistan. Habeşistan şöyle Habeşistan, biliyorsunuz Tevrat’a göre kutsal topraklar Nil’den Fırat’a. Nil’in su kaynakları Habeşistan kaynaklı. Sudan’dan geçiyor ki Sudan’ı da ikiye bölüyorlar, kasıtlı olarak. Güneyde Hıristiyan ülkeleri atıyorlar, hem su kaynakların el koyacaklar, onu da İsrail boru hattına bağlayacaklar sizin alanınız, hem de Nil’den Fırat’a kadar bir yapılanma içerisinde Afrika’da alternatif olarak sadece Habeşistan merkezli değil, Sudan merkezli de kullanacaklar. Şimdi Adisababa’yı gezdim, çok ilginç bir ülke. 500 bin Avrupalı yaşıyor. İtalyan, Fransız, alman falan, dedim ki Afrika’nın göbeğinde niye bu kadar Avrupalı yaşıyor. İklim harika. Yaz kış 25 derece. Olağanüstü güzel, doğa muazzam, olağanüstü cennet ve o Adisababa’nın ortasında da kale gibi bir yapı var. Gezdim, hatta Rus büyükelçiliğindeki kokteyle Türk büyükelçisi götürdü beni akşam. Ertesi gün dolaşıyoruz Adisababa’da, dedim, bu kale ne, dediler İsrail büyükelçiliği. Şimdi Rusya, Amerika, Almanya falan varken Adisababa’nın ortasındaki o kocaman büyükelçilik İsrail. Sonra biraz araştırdım, Habeşistan, Etiyopya meclis üyeleriyle konuştum. Dediler ki Habeşistan 10 eyaletten oluşan bir devlettir ama İsrail kızıl denizi kontrol etmek için Eritre bölgesinde kurtuluş cephesi kurdular ve Eritre 10. eyaleti Habeşistan’dan kopardılar. Kızıl denizin kenarında bir devlet kurdular. Eritre cumhurbaşkanı ilan edildi, ertesi gün İsrail geldi oraya üs kurdu dediler. Habeşistan’ı parçalamışlar, şimdi Sudan’ı parçalıyorlar ama esas olay Nil’e el koymak fakat tabi Nil’de de, Mısır’ı satın almak yetmez, ileride orada da kavga çıkacak. Nil’e el koyamadıkları noktada, Habeşistan ve güney Sudan üzerinden Akabe körfezine boru hattı, ‘pipe line’ bakın, boru hattı sadece doğalgaz ve petrole, su için de çekilir. Alternatif bölgeyi hazırlamışlar. Habeşistan ve güney Sudan, Nil’in yataklarının çıktığı yer ki, Türkiye’de Fırat’ın yataklarının yer ki, Sivas ve Erzurum’a kadar gider, oraları da büyük Kürdistan haritası olarak gösteriyorlar. Büyük İsrail haritası bir tarafta Adisababa ve kuzeyde de Sivas ve Erzurum hattı yani kutsal nehirler Fırat ve Dicle su kaynakları Nil’in su kaynaklarına el koyuyorlar, devletleri tasfiye ediyorlar, iç savaş kışkırtıyorlar ve gerekirse yeni devlet kuruyorlar. Bakın dün Eritre’yi kurmuşlar, bugün Kürdistan’ı kuruyorlar, yarın Ermenistan’ı işte Suriye’den Dürzî devletini de kuracaklar. Suya, petrole, doğalgaza el koymak için her şeyi yaparlar. Ülkeleri de parçalarlar, iç savaş ta çıkartırlar, silah karşılığı petrol alırlar, her şeyi yaparlar. Şimdi geldikten sonra araştırdım. Türkiye’de, Afrika’dan geldikten sonra, baktım, okuyorum bir sürü şey, kimse bahsetmiyor, bakın yaşadım. Habeşistan’da Adisababa merkezli, size anlatıyorum. Eğer Türkiye direnir büyük Kürdistan’ı ve GAP’ı İsrail’in elinden alamazsa alternatif su yatakları Habeşistan ve güney Sudan üzerinden kızıl denizle Akabe körfezine akıtılacak ve böylece Ortadoğu da su sorunu çözülecektir. O zaman Türkiye’yi yönetenler İsrail’in alternatifi olduğunu bilmeli. İsrail’in tek su yatağı Türkiye değil, anlaşılsın. Habeşistan anlaşılsın, Sudan’la ve suyun bir kısmını da oradan alsın. Bizim 50 senelik fakir kalmamıza neden olan, gelecekte bizi ayakta tutacak olan GAP projesi biliyorsunuz, eğer tam üretime geçerse bütün Avrupa’yı besleyecek bir projedir. High-tech, yüksek teknolojiyle üretim gerçekleşse bütün Asya’yı besleyecek bir projedir. Ama Türkiye’nin önceliği GAP değildir. Türkiye’nin önceliği Konya ovasıdır. Hukukçuyum ama etüt yaptım, Konya ovasının 70 m altında su var. Kuyuyu bastınız mı, su çıkıyor, anında yemyeşil, Anadolu’nun ortası. Şimdi Anadolu’nun ortasında bu karda büyük bir alan var, su yatağı altında 70 m. Bırakın su olmasın, Manavgat diye bir şelale var. Şelaleyi ters çevirin, Akdeniz’e akmasın, bütün Konya ovasını suluyor. Hiçbir yatırıma gerek yok. Sadece şelaleyi ters çevirin. Bugün GAP’a yapılan para harcamasına ihtiyaç yok, Manavgat’tan Konya ovası GAP gibi büyük bir tarım alanı haline geliyor ve güvenlikli bir alan. Kürdistan, büyük İsrail projelerinin de içine girmiyor. Ama bunu engellediler. İşte bu noktada, yanlış anlamayın, Erbakan’ı tavsiye ettiler biliyorsunuz, Erbakan GAP’a karşı çıktı. Konya ovası, KOP projesini savundu. Erbakan’ın haklı olduğu üç konu vardı. Bunu her yerde söylüyorum. Ben Erbakancı da değilim ama hakkını da yememek lazım. Teknik bir adam olarak bu işleri biliyordu. Tabi bir de Amerika İsrail projesine karşıydı, Atlantik güçlerine karşıydı. Almanya’da yetişmiş biliyorsunuz yani burada ekoller arası bir çekişme var. Mesut Yılmaz gibi, biliyorsunuz Türkiye’de Avrupa Amerika kavgasında ekoller çekişmesi yaşanır. Şimdi demek ki su meselesinde Türkiye yanıltılmıştır. Amerika İsrail güdümüyle Türkiye zarar etmiştir. Türkiye’nin bu kadar fakir kalmasının sebebi GAP projesidir. Türkiye’nin bu kadar belaya sürüklenmesinin sebebi GAP projesidir. Konya projesi kendi imkânlarımızla çok ucuz sağlanabilecek ve çok hızlı bir şekilde bölgenin tarım merkezi olup bütün Ortadoğu’yu besleyebilecek noktadayken gelecekte İsrail’in çıkarları için bize sanki bizimmiş gibi, demin söylediğim, Eisenhower Rockfeller kıskacı, unutmayın. Eisenhower Rockfeller kıskacı Türkiye’nin ulusal çıkarları Konya ovasındayken büyük İsrail be büyük Ortadoğu projesinde bunu Türkiye’nin çıkarlarına aykırı bir şekilde GAP bölgesine kaydırmıştır. O zaman bunu biliyorsak, bunu açıkça konuşacağız, İsrail üzerimize geldiği zaman, bir dakika arkadaşım, alternatif yatağın orada, git oradan al, Kürdistan olarak benim GAP bölgeme el koyma diyebilecek bir iktidarın Türkiye’ye gelmesi lazım, olay budur. Teşekkür ederim.

B : Teşekkür ederim. Bir konuyu daha ilave edeyim, yaklaşık 2 ay evvel Suriye Şam üniversitesinin stratejik araştırma merkezinin davetlisi olarak Şam’da idik. 4 gün orada bazı toplantı ve görüşmeler yaptık. Meclis başkanı bizi kabul etti, oldukça uzun bir toplantı oldu, akşam yemeği de dahil, meclis başkanı aynen Hocamın söylediği gibi, dedi ki: 2004 yılından sonra basılan tüm haritalarda, biz, Türkiye ile sınır konusunda bir anlaşmazlığımız yok, biz Türkiye’de karşı ne yaptığımızı biliyoruz. Biz kendimizi biliyoruz, dolayısıyla kabul ediyoruz hatalarımızı, sorunumuz yok. Biz dedi Türkiye’yle aramızdaki sınırları kaldırmayı düşünüyoruz, konuşuyoruz devletle, devletin bizzat en üst düzey yetkilisiyle. Sözü daha fazla uzatmayıp, sizlere sözü vermek istiyorum, sanırım bu bilgi bombardımanından sonra sorularınız olacaktır. Uykularımız kaçmaya da devam ediyor. Onu ilk konuşmacımız Sayın Karman İnan söylemişti. Toplantı öncesi içeride odada sohbet ederken, bir soru üzerine “Konuşursam uykularınız kaçar” demişti. Haklıydı, uykularımız zaten kaçıyordu. Sizler, bizler, dinleyen, okuyan insanlar olaraktan onu dinledik, İlber Ortaylı hocamızı dinledik, Sayın Çeçen’i dinledik. Kendi mezunumuz arkadaşlarımız geldiler, petrol, enerji kaynakları, hidrolik kaynaklar üzerinde oynanan oyunları bizlere anlattılar. Okudukça, dinledikçe uykularımız kaçıyor ama kaçırmak mecburiyetindeyiz arkadaşlar. Bizler yurdumuza, Cumhuriyetimize, bağımsızlığımıza, Kemalist devrimlere sahip çıkmaz isek, sahip olacak hiç kimse yok. Bir de BOP çalışma grubu olarak ne yapıyoruz, onu da söyleyeyim. Orson Welles’in güzel bir lafı var, demiş ki: ‘Yalanın evrensel olduğu bir zamanda, gerçeği söylemek devrimci bir eylemdir’. Biz de devrimciliğimizi böyle devam ettirmek istiyoruz. Şimdi söz sizlerin, soru varsa alalım. Lütfen kayıta geçtiği için, soru öncesi, ODTÜ mezunu iseniz, mezun olduğunuz yılı, bölümünüzü ve adınızı söylerseniz memnun olacağım.

Ben Tülay Apak, ODTÜ 72, kimya mühendisliği mezunuyum. Konuşmaların ben sonuna doğru gelebildim ama tabi Türkiye’mizin sorunlarının ne olduğunun hepimiz farkındayız. Ama bizim sorunumuz şu an sanıyorum; bizim gibi düşünen çok insanlar var ama bunlar hangi platformda toplanıp ülkenin kaderine sahip çıkabilecekler. Bence bizim bir beyin fırtınasıyla buna çözüm üretmemiz lazım, bence bu bağlamda birtakım parti başkanlarıyla görüşme çabası içindeyim. Yani… İktidara nasıl geleceğiz, bunun aslında çözümü üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

AÇ : Evet, şimdi, ben gizli çalışmıyorum onu söylüyorum, açık, hatta açıktan da fazla çalışıyorum, çünkü daha fazla açık konuşarak milletimi inandırmak istiyorum, başka hiçbir beklentim yok. Bakın kimseye karşı değilim, ırkçı değilim, saldırgan değilim, hiçbir beklentim yok, sadece bir kamu kuruluşu olarak düzen ve güvenlik açısından bakıyorum. Bölgede bir otorite boşluğu var. Bütün dünyanın kabul edebileceği bir çözüm yok, herkesin kendine göre çözümü var. Bizim çözümümüz yoktu, onu da ben ve benim gibi arkadaşlar arıyoruz tabi, yeni başladık bu sürece. Çünkü başkalarının çözümlerinin bizim çözümlerimiz olamayacağını görebildiğimiz noktada bakın bir bilim adamı olarak konuşuyorum ve kendimi yargılayarak konuşuyorum. Bu çerçevede bizi ayakta tutacak alternatif çözümlere girmemiz lazım. Şimdi ben yaklaşık 25 senedir Anadolu’yu dolaşıyorum. Bütün kentlere 5- 10 defa gittim. Her gittiğim yerde, konuşmalarda bu soruyla karşılaşıyorum. Çünkü bakın hem mevcudu eleştiriyoruz, karşı çıkıyoruz hem de bir alternatif model üretiyoruz. Bana diyor ki siyasi parti kursana, mevcut partilerden birinin başına geçsene. Madem bir şeyler öneriyorsun, bir program koy ortaya, bir şeyler yapalım. Türkiye’nin her yerinde bu tür tekliflerle karşılaştım. Şimdi tabi Atatürk’ün İstanbul’da 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmadan önce, hazırlık yapmasını ve bunu yaparken en üst noktada ve devletin sağlam kalan unsurlarıyla yapıyor. Çünkü İstanbul’da devlet çökmüş bakın. 20. yy da devlet çökmüş ve yeni bir devlet yapılanmasında İstanbul’da olamayacağı, çünkü işgal altında, Ankara’ya kaçırıyorlar. İstanbul’da devletin sağlam unsurları Anadolu’ya kaçarken de Atatürk’e yardımcı oluyorlar. Mustafa Kemal tek başına değil, arkasında devletin sağlam unsurları var. Hatta ittihatçıların ülkeyi batırdıkları noktada, kurduğu istihbarat örgütleri var…

(2. yüz) ….Bu kişisel boyutu aşar, tek partinin boyutunu da aşar. Bu bir ulusal meseledir, bir devletin ulusun ayakta kalmamsı meselesidir ki, bu noktada bizim konsensüs sağlamamız lazım, yani ben İslamcılar çağırıyor, gidiyorum, MÜSİAD, saatlerce konuşuyorum. Altını imzalarız diyorlar. Milliyetçiler çağırıyor, gidiyorum, saatlerce konuşuyorum. Bazı konularda kızıyorlar bana işte vay efendim sen nasıl şöyle konuşursun falan ama düşündükleri zaman bu adam sadece bizi eleştirmiyor, hepsini eleştiriyor, demek ki genel bir arayış içerisinde diyebiliyorlar. Bu konuşmalarım önce çok tepki yaratıyordu, karşı çıkanlar, tepki gösterenler hatta üstüme yürüyenler oluyordu. Beni indirmek isteyenler oldu. Ama ben devam ettim, televizyonlardan yararlanıyorum biliyorsunuz. Şu an 2 kanalda program yapıyorum, Başkent TV, Ankara her hafta, 1,5 saat Türkiye’nin yol haritası. Avrasya TV ile 1 saat, her Perşembe, bütün dünyaya yayın yapıyoruz ve bu konuları bir bilim adamı ve sahibi olduğum bilgi birikimiyle anlatıyorum. Aman ha üzerimize gelmeyin biz bunları biliyoruz, lütfen gerçekleri görelim, lütfen bizi aldatmayın, lütfen psikolojik savaşla bizi yönlendirmeyin. Artık bu işin sonu kötüye gidiyor, biz ayakta kalacağız, biz kendimizi kurtaracağız, bölge savaşa daha fazla yönelmeyecek, barış içinde kalacak. Şimdi bu doğrultuda, iz bu toplantıları sadece ODTÜ mezunları derneğinde değil, Türkiye’nin her yerinde yapmak zorundayız. Şimdi Atatürkçü Düşünce Derneği 600 küsur şubesiyle, bizim bir çatımızdır. O kuvayi milliye yi kuran siyasi birikim Atatürk’ün partisinden dışlandığı bir noktada biz bunu yeniden kurduk. Ve tabana sahip çıktık, Türkiye’de bu birikim var, Anadolu’nun her yerinde, ben geçen hafta batı kara denizdeydim ve aynen bu konuları konuştuk. Şimdi toparlarsak şuna gelmek istiyorum, bu bir siyasi programdır, olacaktır, ama Türkiye için bir ulusal program olacaktır. Nasıl Sivas kongresi kararları Türkiye’de bir ulusal toparlanma gündeme geldiyse, belki bu arayış içerisindeki bütün kesimler gelecek, bir Sivas kongresi gibi toplantı yapacak ve ondan sonra bu iş çözülecektir. Bakın Türkiye’de şu an 50 tane siyasi parti var. İsim vereyim hadi, Yaşar Nuri Öztürk, değerli büyüğümüz parti kurmadan 3 gün evvel bana geldi, parti kuralım dedi. Sayın Öztürk’e saygım var, olmaz Sayın Öztürk dedim. Tabi benim kendime göre değerlendirmelerim var. Şimdi 50 tane parti çözüm üretemiyorsa, 51. hiç üretemez, bu iş dernekleri aşmıştır. Bu iş, vakıfları, sivil toplum kuruluşlarını aşmıştır. Bu iş siyasi partileri de aştı. Hiçbir siyasi parti çözüm üretemiyor. Bugünkü iktidar partisi, Ortadoğu savaş sürecinde dış destekli sağın ve solun kesimlerinin kullanılamayacağı bir noktada, dışlanan kesimin yumuşak kadroları, yenilikçiler diyerek pompalandı ve iktidar yapıldı. Bugünkü iktidarın misyonu Türkiye’nin iç dinamiklerinin misyonu değil, bölgenin misyonu çerçevesinde Türkiye’yi İslam dünyasını kullanmak için ılımlı İslam’ı getirdiler. Ve ılımlı İslam modeli Türkiye üzerinden İslam dünyasına yönelik bir modelin a merkezli hazırlanmasıdır ve bu iktidarla deneye dönüştürülmesidir. Demin ne dedim, Mustafa Kemal’in modeli doğulu bir ülkede batılı bir rejim yaratmaktır. Avrupa’nın yanındaki doğulu bir ülkeyi Avrupa’yla bütünleştirmektir. Biz çağdaş uygarlıkla bütünleşeceğiz diye yola çıktık, çağdaş uygarlık yeniden eski emperyal yüzünü gösteriyor, hem bizi dışlıyor, hem de bizi emperyal amaçlı kullanarak bizi yok ediyor, olamaz. Bu noktada Türkiye’nin batıyla ilişkileri bitmiştir. Bundan sonra hiçbir siyasi parti lideri, Avrupa ve Amerika’dan gelerek, Almanya’da şöyle doktora yaptım, IMF’den dünya bankasından geldim diyerek Türkiye’yi yönetemez. Halk uyandı, % 82 rakamını bulan ben değilim. BBC, dünyanın en inanılır kuruluşu, BBC. Kendi hükümetini eleştiren BBC, anlatabiliyor muyum? Şimdi yapalım kamuoyu yoklaması. %92, % 95 çıkar. Halkta büyük bir nefret büyük bir kin var. Şimdi 50 yıl, savaştan sonra istenen her şeyi yapmışız, Avrupa’nın dışındayız. Bu süreçte gelişiyoruz diyoruz, cumhuriyetin bütün kazanımları gitmiş. Devlet tavsiye edilmiş, Atatürk zamanında yapılan sanayi tesislerini kaybetmişiz. Özelleştirme adına ulusal ekonomimiz adına ne varsa elimizden alınmış. Benim gibi ulusalcılar üniversiteden dışlanmış, basından dışlanmış. Meclise, Sayın başbakanın eşi banka memuresi, milletvekili olarak girmiş. Tansu Hanım, hadi ismini siz verdiniz, ben vermedim, yalı komşusu milletvekili ve bakan. Mesut beyin kumar arkadaşı bakan, bunlarla bu iş olmaz. Bu medyayla toplumun gözü, köreltilerek yapıldı. Arkadaşlar çok ciddi bir şey söylüyorum, benim karım bile farkında değil. Hukukçudur, kendisi okuyor, ya benim geceleri uykum kaçıyor. Ciddi söylüyorum. Niye. Kafayı üşüttük mü hayır, sadece yayınları izliyorum. Kimlerin ne yaptığını görüyorum ve anlatıyorum, bakın eğer bu gidişe dur demezsek, bu bizi de götürür, bölgeyi de götürür, dünyayı da götürür. Kıyamet senaryoları, işte söylüyorum, hanımefendinin dediği gibi bu platformu Türkiye’nin her yerine taşıyacağız. Artık bir tek siyasi partiyle bu iş olmaz mutlaka bir ulusal kongre toparlamamız lazım. Siyasi partilerinde artık bazıları amerikancı, bazıları Avrupacı, bazıları İsrailci, bazıları Rusçu, bazıları İslamcı, hayır efendim, yok, ideolojilerde bitti. Bakın ben soldan gelen bir kişi olarak diyorum ki artık yenidünya düzeni kurulurken mevcut devlet yapıları, nasıl sosyalist sistem tasfiye edildiyse, ulus devlet de o şekilde tasfiye ediliyor, mevcut devlet yapıları yıkılıyor. Mevcut devlet yapıları yıkılınca kurulacak yeni bir düzen yok. Bakın biz kamu hukukçuları olarak şöyle bakarız. Bir devlet yapısından biz vazgeçelim, tamam ulus devletten biz vazgeçelim, niye vazgeçeyim ben. Daha büyük, daha güçlü bir devlet yapısına dönüşmek için vazgeçerim değil mi? Siz mesela elinizde bir arabanız vardır, orta yaştadır, satarsınız, niye satarsınız, yenisini almak için. Şimdi bize diyorlar ki, siz bu devletinizden vazgeçin. Ülkeden, peki yerine ne koyuyorsun kardeşim, yerine bir şey yok. Onların istediği arazi coğrafyayı kendi çıkarları doğrultusunda düzenleme var. Hayır. Çünkü ben bu sürecin sonucunda, benim dedelerim Kafkasya’dan buraya gelmişse, ben bu sürecin sonucunda beni tekrar geriye gönderebileceklerini görüyorum, anlatabiliyor muyum? Konferansın başında söyledim. Türkçülük ve Turancılık orta Asya merkezli yapıldığı noktada Anadolu’dan vazgeçmek demektir. Hiçbir milliyetçi Anadolu’daki yapıya Atatürk kadar sahip çıkmıyor. Enver paşayla Mustafa Kemal’in ayrılan çizgilerine bakarsanız, Enver paşa, imparatorluğu çökertmiş, Anadolu’yu kaybetmiş, orta Asya’ya yönelmiştir. Hayal, gerçek bugün biz hala bu ülkedeyiz, yaşıyoruz. Ayaklarımız hala Anadolu’da, ön Asya’da. Biz ön Asya’da var olmak için tıpkı Kuvayi milliye günlerinde olduğu gibi, ulusal programı çıkaracağız. Bunu hiç kimse yapamaz, hiçbir parti yapamaz. Devletin bittiği, devlet kuruluşlarının karşı karşıya geldiği bir noktada, devlet de artık bu noktada çözüm üretemez. Devleti kabuk devletçi diye İstanbul’daki Bizansçılar tasfiye ettiler biliyorsunuz. Şimdi, o zaman yeni bir ulusal platform için bütün kesimler bir araya gelecek. Önce Türkiye bütünlüğünü koruyacak ve bu bütünlüğü temsil eden bu işi bilenlerden oluşan bir kadro, bir yeni yapılanma iktidara gelecek. Türkiye’yi toparlayacağız, dışarıdan saldırılara karşı önleyeceğiz, Türkiye 2. dünya savaşındaki gibi bir dönem içine kapanacak, Türkiye içine kapanarak bir yere gidemez diye İstanbul medyası, çünkü emperyalizme devam etmek istiyorlar. Tekrar ediyorum bakın, bu süre içinde Türkiye içine kapanacak. Yahu bir dakika kardeşim, 50 senedir her dediğinizi yapıyoruz da, bir durun, neredeyiz, bir nefes alalım. Ben 5. programı kabul etmişim, ertesi gün Radikal gazetesinde 6. program. Kabul etmişim tam meclisten geçiyor, 7. program ertesi gün Radikal gazetesinde manşet. İsim veriyorum bakın, o gazeteler ne için kullanılıyor, görün. Aman efendim Cumhuriyet çok eski de, Radikal çok modern, bilmem ne, değil o. Bütün bunların arkasında planlar var. Medya kullanılıyor, daha ağır konuşmak istemiyorum. Şimdi o zaman sizin sorunuzun cevabı şu oluyor. Hiçbir siyasi parti bunu sırtlayamaz, milliyetçilerin tasfiye olduğu bir noktada, Kuvayi milliyecilerin teslim olduğu, tasfiye olduğu bir noktada. Halktan çıkacak yeni bir ulusal tırmanış, yeni bir ulusal platform oluşturacak. Önce Türkiye’de birlik, bütünlük ve güçlenme, merkezin güçlenmesi, daha sonra bölgesel yapılanmada komşularla bir araya gelmek, Atatürk’ün Sadabat paktı daha sonra da uluslar arası alanda dünya sosyal forumuyla, anti küreselleşmeci ekiple, küresel adalet ve barış platformuyla, uluslar arası platformlarla küresel emperyalizme karşı, küresel direnişi örgütleyeceğiz ve içinde yer alacağız. Hiçbir ülke tek başına bu küresel emperyalizme karşı direnemez. Bakın, Hindistan ve Çin bile brezilya’yla bir araya gelme ihtiyacı duyuyor, Avrupa Amerika birlikteliğinde batı hegemonyasına karşı. O zaman plan belli, ben bunu açıkladım. Bu planı her yerde konuşacağız ve yavaş yavaş toplumun diğer kesimlerini de bir araya getireceğiz.

B : Demek ki bir milli hükümet kuruluşuna gitmek gerekiyor. Bunun için de milli bir birliktelik gerekiyor. Birlikteliği sizler oluşturacaksınız. Büyük devrimci ve kurtarıcı Kemal Atatürk 27 Ekim 1922 tarihinde Bursa’da öğretmenlere hitaben konuşmasından bir cümle: “…bir milleti uğradığı herhangi bir felaketten kurtarmakta, bir milleti uyarmakta, ricalinin sahip olduğu büyük ehemmiyet inkâr edilemez”. Rical, aydınları, öncüleri kastediyor. Sizler de onlarsınız.
Teşekkür ederim. ODTÜ İnşaat 1987, Osman Özdemir. Erbakan'ın üç doğrusu nedir, onu söylemeyi unuttunuz.

AÇ : Unutmadım, söyledim, biri Konya ovası. İkincisi Kıbrıs harekâtıydı, hepsi yarım bırakılmıştır İsrail ve Amerika'nın çıkarları için. Bunu ben makalelerde yazdım, yakında kitabım da çıkacak. Erbakan orda da haklıydı madem Kıbrıs’a girdik, tamamına sahip çıkacaktık, bakın Amerika ve Avrupa kavga ediyor. Avrupa yunalılar üzerinden etkin, Amerika ve İsrail de bizi kullanıyorlar Avrupa ve yunanlılara karşı. Biz kendimizi kullandırtmayacağız, hiç ir güç bizi kullanamaz. Kullanma noktasına geldiği zaman bu iş biter. Erbakan orada da haklıydı. 3. de ağır sanayi biliyorsunuz, Erbakan’la hep dalga geçtik. Ağır sanayi yatırımlarının hepsini kapattılar, tasfiye ettiler. Gitmedi. eğer ağır sanayi sürecini biz tamamlasaydık, bugün Türkiye’nin ekonomisi böyle çökmezdi. Cumhuriyet sanayileşme sürecinde 2/3 lük bölümü tamamladı. Sovyetler birliği 10 yıl daha devam etseydi, 2000 yılına geldiğinde biz dünyanın sanayileşmiş güçlerinden biriydik. Japonya gibi. Şimdi anlıyorsunuz Reagan Gorbaçev görüşmelerini. Eğer 10 yıl daha bekleseydi Sovyetler, zaten bitmiş, orta doğuda yeni bir güç olarak Türkiye çıkacaktı. O zaman çok hızlı bir şekilde bölgenin merkezi olacaktı. Demek ki, Reagan Gorbaçev görüşmeleri sadece Sovyetleri dağıtmadı, aynı zamanda Türkiye’nin de önünü kesti, bunları görelim.

Cumhurbaşkanımızın Suriye’ye ısrarla gitmesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Buradaki önem nerededir acaba onu öğrenmek istiyorum.

AÇ : Şimdi çok doğru bir çıkış olarak görüyorum, şimdi zaten bakın, 1 Mart teskeresini meclis reddedene kadar ben Kahire’de de toplantıya katıldım. Adisabada da mısırlı diplomatlarla... Benim Türk olduğumu gören diplomatlar ellerini geri çektiler. Dedim ben Türkiye’den geldim, hayır siz İsrail işbirlikçisisiniz dediler. Bütün Arap dünyası Türkiye’ye İsrail işbirlikçisisin olarak bakıyor. Arap basınını inceleyin, tamamen İslam dünyasından, orta doğudan, İsrail işbirlikçisisin diye dışlanmışız. 1 Mart teskeresi reddedilene kadar. 1 Mart teskeresi reddedildi, şimdi gidin bakın orta doğuya, hepsi Türkiye’yi destekliyor. Hatta Amerika’ya İsrail’e Avrupa’ya karşı kendilerini korumak için yeni Osmanlı, demin Sayın Göknel söyledi. Kurtuluş savaşı sırasında Suriyeliler, ıraklılar da Atatürk’e gelmişlerdi. Beraber yaşamışlar 600 yıl, aynı toprak, aynı kültür. Osmanlı hiçbir zaman diktatörlük yapmamış, kaynaklarını ellerinden almamış. Osmanlı düzen getirmiş, güven getirmiş, dış saldırıya karşı korumuş, şimdi aynı şeyi istiyorlar. Eğer Ortadoğu ülkelerini kendi haline bırakırsanız, Suudi Arabistan dâhil Türkiye’ye alışacaktır, hem de Kemalist Türkiye’ye, şeriatçı değil, çünkü şeriattan onlar da rahatsız. Oranın, İran'ın ve Arabistan’ın kadınlarına sorun bakalım, olay budur. Bunu emperyal güçler bildikleri için bizim komşularımızla aramızı açmak için her şeyi yapıyorlar. Medyaya bakın ve onların işbirlikçileri de medyaya hâkim bugün.

Çok küçük bir anım vardır. Ben Tansu çillerin başbakan olduğu sırada Suudi Arabistan da idim. Bir sürü Suudi Hanım arayarak beni tebrik etti, bir kadın başbakanınız var diye. Çok gururlanmıştım o zaman, tabi sonuç maalesef umduğumuz gibi olmadı.

AÇ : Efendim, tabi görünüşte o zaman kurtardık, şimdi bilinçli kadınları başbakan yapacağız, nasıl Condoleezza Rice bilinçli geliyor, nasıl İndira Gandi Hindistan’a geldi, nasıl Bandrenayka (?) Filipinlere geldi. Bilinçli kadınlar. Benazir Butto, babasını öldürdüler atom yüzünden biliyorsunuz. Menderes'in başına gelen olayın aynısı Butto’ya da yapılmıştır. Batıya direndiğiniz zaman ayağınızı keserler, Menderes Rusya'ya gitmesin diye indirildi. Butto ve daha sonra ziya Mülhak, onların adamı olmasına rağmen yanlarına amerikan elçisi verip havada indirdiler. Tek suçları vardı. İslam dünyasına atom bombasını kazandırmak, dünya dengeleri budur, işte Benazir Butto babasının intikamını alarak mücadele etti, o zaman biz de Benazir Buttolar, Margerat Teacher'lar, yani önce ilçe teşkilatından başlayacak, il başkanı olacak, mücadele ederek meclise girecek, ondan sonra bu ülkenin bilgi birikimine sahip olacak, ondan sonra Türk devletini yönetecek. Benim anlattıklarımı bilen kaç tane yönetici geldi Türkiye’ye, sayabilir misin? Yok. Bilgi birikimini kendi yönetimine yansıtmayan hiç bir ülke ve devlet ayakta kalamaz ve devam edemez.

B : Bir şey ilave edeyim, müsaade ederseniz. Tansu hanımın o dar tarih ve siyaset bilgisiyle, başbakan olması, siz hanımların siyasette önünü kapadı maalesef. Bu taraftan, soru alayım, buyurun.

Ali Göçmen, 82 makine mezunuyum. Bugünkü iktidarı siz de bahsettiniz Amerika ılımlı İslam kimliğiyle ve özellikle de Türkiye’nin iç dengelerinde demokratik güçlerle, ulusalcı, Atatürkçü güçlerle çelişkisindeki zayıflığını da kullanarak, daha rahat kullanabileceğini de düşünerek iktidara getirdi. Ama şimdi son zamanlarda, özellikle bir kaç aydır, çatışmayı, kavgayı, özellikle basın aracılığıyla yapılan kavgayı izliyoruz. Şimdi amerikan basının da duyuyoruz ki, bu hükümetin özellikle Türkiye’de, Atatürk’e ve laikliğe karşı yönü özellikle vurgulanıyor. Amerika’nın herhalde orta doğuda isteyeceği son şey ulusalcı, Atatürkçü tek bir Türk devletidir, çünkü yapmak istediklerinin tam karşısında olan bir güçtür. Burada ne yapılmaya çalışıyor. Bir taraftan amerikan basını sanki Atatürkçülüğün laikliğin savunucusu durumuna düştü, Türkiye’de riskini görerek, bunun gerçek olmadığı açık da, böyle iki kere ters çevrilmiş bir yönlendirmeyle mi karşı karşıyayız. Çünkü 82 olan karşılık dediniz ki 95e çıktı. 95in karşılığı olduğu bir güç Atatürkçülüğü savunuyor, Atatürkçülüğü Türkiye’de tüketmeye mi çalışıyor bu taktikle.

AÇ : Efendim, burada bilim adamı olarak konuşacağım, hiç bir özel bağlantım yok. ben Amerikanın bir darbe hazırlığı olduğu kanaatindeyim Türkiye’de. Ve bu darbelerde hep Atatürkçülük adına gelir. Türkiye’yi savaşa sokacak bir askeri yönetim. Demin size ne söyledim, bugünkü mevcut iktidarı yönetecek alternatif siyasi parti ve kadro yok. Burada kapalı devre konuştuğumuz için, çünkü NATO Avrupa’dan dışlanıyor, Almanya başbakanı schrider NATO'nun Avrupa dışına çıkartılmasını istedi. NATO'nun Avrupa dışına çıkarılması gündemde, NATO'yu Türkiye’ye getirecekler. Bütün Türkiye NATO olacak, merkezi komutanlık da İzmir. Deniz kuvvetleri Marmaris, hava kuvvetleri Eskişehir, hava kuvvetleri de demin size uzun uzun anlattım, Konya ovasına gelecek. Konya ovasının sulanması, bu yüzden önlenmiştir. Konya ovası gelecekte bölgenin askeri güçler tarafından yönetilmesi için kurak bırakılmıştır. NATO'nun askeri güçleri gidip Konya’ya yerleşecek, Konya’ya gidip konferans verdiğim zaman dedim ki bakın burada Hilton oteli yapıldı, bu sizin için yapılmadı. Amerikan subayları gelip burada kalacak ve geliyorlar. Bu askeri alanda İsrail çok büyük araziler aldı. Konya ovası askeri alana dönüşüyor ve bütün Türkiye’nin en az askeri olarak 10 yıl kullanılması gündemde. Bakın ne kadar tehlikeli şeyler söyledim değil mi bugün. Amerikalılar açısından tehlikeli şeyler söylediklerim. Avrupalılar açısından söylediklerim tehlikelidir. Avrupalılar açısından söylediklerim tehlikelidir. Eğer benim bu söylediklerimi Türkiye yaparsa, Türkiye’yi hiç bir şekilde kullanamazlar. Bunların bütün planları Türkiye’nin bu bölgede kullanılması üzerine kuruludur. O zaman önümüzdeki dönem Türkiye ya bu doğrultuda bilinçlenerek hareket edecek, Edelman'ı gönderdiği gibi birçok şeye hayır diyecek, bugünkü hükümet de 1 Mart teskeresine hayır dedikten sonra ipler koptu. Şimdi, bakın Suriye için ısrar var, baskı var. Ayrıca incirliğin sınırsız kullanamadıkları için baskı var, onu yapamadıkları için şu anda üs arıyorlar. Hariri o yüzden gitti. Demek ki bakın Lübnan’daki bir olay bile Türkiye’yle bağlantılı. Ne kadar yakın ilişkiler, bu çerçevede baktığınız zaman, gelecekte böylesine bir süreç var. Bu süreci ben Amerika’nın mevcut sivil yapılanmalarla Türkiye’nin ulusal çıkarlarına olacağı için, kesmek istediği kanaatindeyim. Bakın tam bu aşamada, Pakistan’da darbe oldu, Pakistan’da askeri darbe olacak bir ortam yoktu. Ama Pakistan normal demokratik süreç içerisinde Çin’in etkisine giriyordu. Pakistan’ın can düşmanı Hindistan’dır. Hindistan’a karşı Pakistan hem atom silahına sahip oldu, hem de Hindistan kendisine saldırmasın, Keşmir’de Hindistan’a karşı üstünlük sağlayayım diye Çin’e kayıyordu. İşte normal demokratik süreç içerisinde Pakistan’ın Çin’e kaymasını, Amerika Pakistan ordusunu darbeye sürükleyerek, Türkiye’de yetişmiş Müşerref de el koydu. Korkarım, Türkiye’de bir Müşerref düşünüyorlar, bunu önlememiz lazım. Durduk yerde gelmez, ortalık karışmadan gelmez. Biliyorsunuz askeri rejimler ortalık karışmadan gelmez, önce ortalık karıştırırlar, sonra getirirler. Bakın demin 2- 3 saat anlattım arkadaşlar, bizim bunarı bildiğimizi biliyorlar, gizlemiyorlar, o zaman işimiz zor. Cahil olsaydık daha kolaydı. Biliyorsunuz cahilleri daha kolay kullanırsınız. Bu noktada çok güçlü bir yönetime girmesi lazım, Amerika’nın Türkiye’yi savaşa sokacak bir askeri yönlendirmenin iç karışıklık, Türkiye’nin güneydoğusunda bir Kürt ayaklanması, İran’ın Azerbaycan’da bir Azeri ayaklanmasına, Türkiye’nin alet olmaması gerekiyor. İlginçtir, Washington’da yapılan İran Azerbaycan’ının ayaklanmasıyla ilgili toplantılara Türk milliyetçileri katılıyor. Türkiye’deki milliyetçileri İran’ı parçalamak için kullanıyor emperyalistler. Ne diyorum, emperyalizmi önlemek için İran’la işbirliği yapalım diyorum. İran Azerbaycan’ı ayaklanırsa Türkiye’deki Kürdistan’ı biz tutamayız, Kürtler de ayaklanır. Çok ciddi bir şey var, şimdi toparlarsak şuna geliyorum. İşte son zamanlarda Atatürkçülüğün yeniden hatırlanmasının sebebi bu, Atatürkçü kesimi sadece militaristler, askeri güçler değil, bizim gibi sevil güçler de, temsil ediyorlar. O zaman sesimizi yükselteceğiz. Türkiye’yi savaşa sürükleyecek, Türkiye’yi askeri diktatörlüğe götürecek, Türkiye’de bir darbe, Türkiye Avrupa’yla iyice karşı karşıya getirilecek, bu senaryolara karşı mutlaka bir ulusal birlikteliğin mevcut partiler arasında bir konsensüsle acilen çözülmesi gerekir. Bu kadar, çünkü bu sene savaşa devam etme gündemde, Bush ikinci dönemde Suriye’yi hallederek gidecek, tarihe öyle geçecek. Birinci dönem Irak, ikinci dönem Suriye, tabi Suriye’ye saldırdığı an, saldırmazlık paktı var İran’la. İran da savaşa gireceği için bölgesel savaş olur. İran’a saldıramaz, Amerika Irak’tan İran’a saldırırsa şimdi Irak’taki Şiiler de ayaklanır, Irak’taki Şiiler isyan etmiyorsa, Amerika’yla İran arasında pazarlık var, pazarlığı bozan İsrail’dir. Amerika başından beri İsrail’le yakınlaşarak gitmek istiyor, hatırlayın. Clinton’ın kucağına Monica Lewinski’yi kim attı. Monica Lewinski olayı olmasaydı, Clinton İran’ı yakıyordu. Amerika’yla İran yakınlaşması başlayacaktı. İsrail’in projesi yatacaktı. İsrail’in bölgeye hâkim olması projesi, Amerika ile İran’ı karşı karşıya getirmek üzere kuruludur. Bakın bu söylediklerim Türk basının da yer almıyor, dikkatli izleyin, göreceksiniz.

Jeoloji 81, Meriv İdinli. Hocam Kemalizm diye adlandırılan siyasi felsefenin varlığına inanıyor musunuz, inanıyorsanız, sol felsefeyle nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

AÇ : İnanıyorum, onun temsilcilerinden biriyim. Bu da bir konferans konusu, ben Sovyetler birliği varken sosyalist arkadaşlarımızla yıllarca bunları tartıştık. Bunların sentezleri var, ayrı yaklaşımları var. Mesela işçi partisi Doğu Perinçek arkadaşım da, kendine göre bir sentezi var, ben o sentezi kabul etmiyorum. Benim de kendine göre bir sentezim var. Bakın, ne dedim. Eski sosyalist ülkeler hepsini gördüm. Sosyalizmi çok iyi bilirim. Ama ilginçtir, Kemalizmlin tarih sahnesine çıkışıyla, sosyalizmin tarih sahnesine çıkışı aynıdır. Hatırlarsınız, Tansu Çiller’e bir kanunu çıkarttıktan sonra ertesi gün ağzından kaçırdı, son sosyalist devleti tasfiye ettik dedi. Yani Amerikalılar ve Avrupalılar, Anadolu’da, Türkiye’de, Ankara’da direnen bir devleti de sosyalist bir yapılanmada görüyorlar. Ama bizim Kemalist devlet modeli içerisinde, sosyalizmin de katkısı vardır. Çünkü biz batılı devletlerin dışında, liberal modelin dışında bir modeliz. En çok korktukları da şudur, sosyalist sistem çöktükten sonra, bu bölge için Kemalizmlin Türkiye’de merkezde ayakta kalması, sosyalizmin geri çekildiği anda, öyle bir model olarak bölgeye yayılmasıdır ki, benim projem de bunu içeriyor. MEDEP dediğim, merkezi devletler birliği, Kemalist modelin, İran, Suriye, Irak, Azerbaycan’dan oluşan bu sosyalizmin geri çekildiği bölgeye, model olarak taşınmasıdır. Bu noktada tabi çok ciddi boyutta batılı emperyalistlerle karşı karşıyayız. Onlar Türkiye’yi yok etmek istiyorlar. Bizler hem kendi modelimizle ayakta kalmak, hem bölgenin yapılanmasında kendi modelimizle öncü olmak istiyoruz.

Yani hocam, siz Kemalizm’in temsilcisi misiniz?

AÇ : Ben kendi başıma değilim, çok temsilcileri var.
Kendi adınıza.

AÇ : Ben kendi adıma, buna doğru olduğunu savunuyorum. Türkiye’nin mevcut yapısı çerçevesinde böyle bir yapının korunması kanaatindeyim. 81 yıldır bizi var eden model budur.

Tahsin Erdemir, inşaat mühendisliği mezunuyum. 81 yılında. Demin kimya mühendisi hanımefendinin sorusunu ben devam ettirmek istiyorum. Cevaben bir refleks olarak, hiçbir siyasi parti bu sorunu çözemez, ulusun kendisi bir refleks çıkaracaktır, refleks olarak karşılayacaktır. Bu ne zaman olacak. Kuvayi milliye çıktığında, bıçak kemiğe dayandığı bir dönem mi. Gene böyle bir dönem mi beklememiz gerekiyor.

AÇ : Teşekkür ederim. Efendim, tabi benim anlattıklarımdan zamanın çok azaldığı belli. Öldürücü darbeyi ya bu sene, ya önümüzdeki dönemde, getirecekler, pek fazla zamanımız kalmadı. Türkiye uyandı, artık yönlendiremezler, o yüzden bayağı ciddi bir gerginlik tırmandırılması içerisine gireceğiz, buna hazırlıklı olalım. Ve o gerginlik ortamında da benim söylediğim hedef, ben bir hedef söyledim. Bu hedef doğrultusunda bir an önce ulusal inisiyatif örgütlememiz lazım. Siyasi partilerin bugünkü haliyle alternatif olduğu kanaatinde değilim. Bakın kamuoyu yoklamalarına, eğer şu an seçim yapılsa, mevcut iktidar partisi yine kazanıyor. Ama 100 milletvekili kaybederek meclise giriyor. Meclise 3 veya daha fazla yeni partinin girmesi durumunda bir dağınıklık söz konusu, demek ki Türkiye’nin geleceği için bir dağınıklığın devam etmesi durumunda, bir konsensüs yok. O zaman partilerin sağlayamadığı bir konsensüs halkın ve ulusun, partilerin ötesinde inisiyatiflerle gündeme getirilmesi lazım. Avrupa birliği de bunu önlemek için yoğun bir şekilde sivil toplum örgütlerini bir ulusal platforma dönüşmesini önlemektedir.

Harun Soydan benim adım, ODTÜ mezunu değilim ama ODTÜ’de mastırda okudum. Burada da teknik (?) dersleri veriyorum. Hemen birbiriyle ilişkili iki tane soru sormak istiyorum, ondan sonra da Tansu Çiller ismi zikredildi. Tansu Çiller’e giden paşayı da çok merak ettim.

AÇ : Çıkınca söylerim.
Tamam, Doğan Güreş mi?
AÇ : Hayır, bir havacı.
Şimdi ulusalcı cephede olduğumu söylemek istiyorum ama şöyle bir çıkmaz görüyorum ulusalcı cephede her şeyden önce. Siz de konuşmanızda zikrettiniz. Türkiye dünya çapında bir aktör olduğu oranda sorunlarını çözecek. Bu potansiyeli de var. Yalnız, ulusalcı cephede de sizin konuşmalarınızda da geçti, bir içimize kapanalım, tabi bunu savunma mekanizması olarak anlamakta mümkün. Kendi içimize kapanalım, sınırlarımıza bakalım, içimize bakalım vs. türü bir yaklaşım var. Şimdi bu aşmazı nasıl aşacak ulusalcı cephe, bu bir. İkincisi de siz de Amerika olsanız böyle oynarsınız. Yani dünya çapında adamlar var olma mücadelesi veriyorlar, iktidar oyunu oynuyorlar. Tıpkı bir oyunu oynar gibi.

AÇ : Katılıyorum. Onlar şimdi bu oyunu bizim kendimiz için oynamamız için vermiyor. Bir satranç tahtası var ve satranç oynanıyor, ama bizi tahta yerine koyuyorlar ve bizimle beraber satranç oynamaya yanaşmıyorlar.

Bu oyundur, tamamen bir olan hâkimiyetidir. Enerjiyi vs.yi sonraki, bunun sonuçları olarak yorumluyorum. Şunu soracağım şimdi, bir atasözümüz var ya hani “zor oyunu bozar” diye. Şimdi, bu oyun için siz bir öneride bulundunuz: İran ile Türkiye’nin birlikteliği. Yalnız Kılıç Paşa’nın bu öneriye Rusya’yı da katması söz konusuydu geçmişte. Rusya’yı neden katmadınız, bir de onu öğrenmek istiyorum. Teşekkür ediyorum.

AÇ : Efendim, uygun bir konferans konusu daha, ama çok kısa vereceğim. Bak, Atatürk’ün dış politikasının üç tane kuralı vardır: 1-Yurtta sulh cihanda sulh. Savaşa karşı sınırlarımızın dışında macera aramıyoruz, 2- Bölgemizdeki barış için, Ortadoğu’daki bu otorite boşluğunu doldurmak için İran ile ortaklık, 3-Dünya dengelerinde kendimizi kurtarmak için Rusya ile dostluk. Şimdi bugün, bazı çevreler var, benim de arkadaşlarım var, ters düştüğüm. Ben Rusya ile ortaklık olamayacağını söylüyorum, onlar benim aleyhimde yazı yazıyorlar Aydınlık dergisinde, Amerika’nın adamı diye. Siz beni üç saattir dinliyorsunuz, ben Amerika’nın adamı mıyım? Çünkü Atatürk’ün dış politikası Rusya ile ortaklık değil, Rusya ile ortaklık olsa, biz Sovyetler Birliği’nin içinde yer alırız. Stalin’in Anadolu haritasında 7 tane Cumhuriyet var. Anadolu’da; Ermenistan, Kürdistan, Pontus, Karadeniz Cumhuriyeti, Akdeniz Cumhuriyeti, Ege Cumhuriyeti, Trakya Cumhuriyeti, demek ki Rusya da bize emperyal bakıyor. Alexander Dugin Rusya üzerine bir kitap yazdı. Hulki Cevizoğlu onu davet etti. Türkiye’den beni çağırdı. Ben gittim, o gelmedi, Çernişev geldi. Biz hazırlıklıydık. Tartıştık. Kitabı çok ciddi okudum. Hatta bazı çevreler bana o kitabın alternatifini sen yazmalısın dediler. Konuşmalarımdan aslında çıkıyor şimdi. Dugin devlet görevlisidir: Putin’in danışmanı Dugin’in o kitabına bakın, Rusya’nın bugün uyguladığı politikaya bakın, emperyal bir politikadır. Rusya kendi merkezli bir emperyal politikayı oynuyor. Bakın, ne yapıyor. 1- Çin ile beraber Şengay’ı örgütlüyor. Asya dengeleri 2- Amerika ile beraber G8. Fakir bir ülke olduğu halde zengin ülkeler içerisinde yer alıyor. 3- Almanya ile yakınlaşarak Ortadoğu’daki Atlantik inisiyatifine karşı ağırlık koyuyor. 4- Avrupa’nın Ortadoğu, ön Asya, merkeze doğru kaymasına karşı da kenar ülke olarak İngiltere ile paslaşıyor. Arkadaşlar, Lenin’in, Troçki’nin temizlenip, Rusya’nın Stalin’in diktatörlüğüne dönüştürülmesinde İngilizler ile Stalin arasında anlaşma vardır. Duyuyor musunuz, bir daha söyleyeyim mi, anlıyorsunuz değil mi beni. Bak, Rusya büyük bir ülke, dev doğal zenginlik… Amerika gibi değil, on bin km öteden gelip, uğraşmak zorunda değil, zaten kendi arazisi. Şimdi Almanya da, bu noktada Alman politikası doğu politikası olduğu için Almanya I. Dünya Savaşı sonrasında doğuya iki türlü açılabilirdi: Ya Rusya ile ortaklık, ya Osmanlı’yı ele geçirmek. Osmanlı’nın politik, bugün nasıl Türkiye’ye Yahudiler, Amerikalılar gelip yerleşiyorlar, bu politika Alman emperyalizmin politikasıdır. Almanlar dünyayı bugün oldukları yerden yönetemeyeceklerini biliyorlar, tıpkı Newyork’taki dünya devleti gibi. Bakın Napolyon ne demiş, “gelecekte bir dünya devleti olacak, merkezi İstanbul olacaktır”. Merkez burası, bunu Napolyon 200 yıl önce söylüyor. Şimdi bak, bu çerçevede biz bu topraklarda, dünyanın merkezindeyiz, tarihi tesadüf, kendi gücümüzle değil, bize bu topraklar atalarımızdan miras kalmış. Dünyadaki kavgalardan yararlanarak, dengelerde oynamışız, var olmuşuz, şimdi üstümüze rüzgâr geliyor, bizi bu topraklardan süpürecek. Bu noktada çok iyi dengelere oynamamız lazım. Kimseyle birlikteliği yok, sadece İran ile Suriye ile ve Azerbaycan ile birlikteliği savunuyorum. Çünkü o ülkelerin hiç biri Türkiye’ye hâkim olamaz, hiç biri emperyal güç olarak Türkiye’yi ele geçiremez. Bir ortak güç, dayanışma, komşuluk ilişkisi içinde, ben beni ele geçirmek isteyen emperyal güçlere karşı kendimi korurum. İşte Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal geleneksel dış politikasını İran ile ortaklık ve yurtta sulh, cihanda sulh ve de Rusya ile dostluğa dayandırmıştır. Bu yüzden Atatürk’ün 12 yıl dış işleri bakanlığını yapan Tevfik Rüştü Aras Rusya’ya en yakın adamdır. Atatürk Rusya’yı Lenin’den yardım alarak kullanmıştır. Biliyorsunuz, Çanakkale Savaşı Lenin’e yaramıştır. Yani dün Çanakkale yıl dönümüydü, yani biz Çanakkale’de kazanmasaydık, Sovyet devrimi olamazdı. Biliyorsun değil mi dengeleri, anlayabiliyor musun bu anlattıkları mı? İşte bu çerçevede baktığın zaman, Türkiye ile Rusya arasında bir dostluk olabilir ama ortaklık olamaz. Eşit koşullarda ortaklık, özel sektör temsilcileri de var herhalde. Şimdi sizin bir marketiniz var, eşit koşullarda gidip mahalle bakkalıyla ortaklık olmaz öyle. Olmaz öyle bir şey. Rusya çok büyük bir ülkedir. Ama çıkmazları sorunları vardır, onları biz biliyoruz. Elli yıl sonra o 150 milyon bakın 100 milyona iniyor, nüfusu. Bizim nüfusumuz 75 milyondan 100 milyona çıkıyor ve hinterlandında çok büyük ülkeler var ve tıpkı eski Türk imparatorluklarında olduğu gibi, Kafkasya ve orta Asya Türkiye merkezli yönetilebilir. Biz Rusya ile rakibiz. Bu rekabeti bilerek hareket edeceğiz. Dostluk ilişkimizi geliştirebiliriz, batılı ve doğulu emperyal güçlerin bölgeye girmesine karşı. Ama orta boy bir ülke olarak eşit koşullarda bir ülke olamayız. Bizim gücümüz, biz büyük bir ülke değiliz, büyük olsaydık, Edelman bizi parçalardı, küçük bir ülke de değiliz, Edelman bizi yönetemez, biz orta boy bir ülkeyiz. Hem parçalamayız büyükler gibi, hem de küçükler gibi yutulmayız. Eski Yugoslavya eyaletlerini Almanya’nın yuttuğu gibi. Şimdi burada biz orta boy bir ülke olarak jeopolitiğimizin gerektirdiği stratejik konumu kullanmak zorundayız. Demin güçlü bir iktidar o yüzden gerekli dedim. Güçlü bir iktidar Türkiye’de işbaşına gelir, Atatürk’ten gelen bu dış politik birikime, Türkiye devletinin birikimine sahip olursa, yani biz orta boy bir ülke olarak sahip olduğumuz jeopolitiği ve stratejiği kullanabilirsek, o zaman Rusya ile eşit koşullarda ortaklık yapabiliriz, mahalle arasında bisküvi satan bunu yapamaz, bu bir birikimdir. Bu birikimi devlet yönetimine taşıyacağız. O zaman Rusya emperyaldir, belgeler bunu ortaya koyuyor. Biz eğer, “emperyal ülke Rusya ve biz ortağız” diye kendimizi aldatırsak, o zaman Rusya yakın çevre doktriniyle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra geri çekildiği alandan mevcut devletleri, bağımsız devletler topluluğu olarak kendi kontrolüne alıp, nasıl eski Sovyet alanında gene eski hegemonyasını sürdürüyorsa, dün Sovyetler Birliği cumhuriyeti olmaktan kurtulan Türkiye, bugün bağımsız devletler topluluğu içersine girerek, Moskova merkezli Avrasya yapılanmasında yer alır. O zaman bütün Avrasya Bağımsız Devletler Topluluğu demektir ve bunun merkezi Moskova’dır. Tarihsel olarak Avrasya’nın iki merkezi vardır: Moskova ve İstanbul, Osmanlı döneminde İstanbul ama şimdi Ankara. Bu çerçevede biz Rusya ile ortaklık yapamayız. Ama İran ile komşularımızla ortak olabiliriz ve Rusya ile dostluk ilişkilerimizi geliştirebiliriz. Bu nedenle Tuncer Kılıç Paşa, Avrupa’nın dışında kalan Türkiye, Avrupa’ya giremezse İran ve Rusya ile gelecekte yeni dengeler arar dedi. O zaman İran ile ortaklık, Rusya ile dostluktur, ama Rusya ile ortaklık dediğiniz zaman bu yanlıştır. Türkiye’yi yeniden Amerikan sömürgesi olmaktan çıkarıp, Rus sömürgesine dönüştürür. Bunu da Anadolu’daki bağımsız inisiyatif kabul edemez.

B : Affedersiniz hocam, bir şey ilave edeyim. Dugin 1990’da yazdığı o kitabını geçen sene revize etti, biraz da Türkiye ile olan durumunun tamamını değiştirdi, hatalarını anladılar.

AÇ : Yeni kitap çıkmadı daha Türkiye’de. Yeni kitap çıkınca ben de görüşlerimi göstereceğim. Bu haberi verdi bana Dugin, dedim ki yeni kitabını yazsın, yayınlasın görelim, o zaman görüşürüz. Ama o kitaba bakarsanız, İran’ı bize karşı Rusya’nın kullanmak istediğini görürsünüz, detayına girmiyorum.

B : Diğer konu tabii çok uzun, bir Avrasya birliğinin nasıl olması meselesi, nereden yola çıkılması meselesi. Yola çıkma İran ile ondan sonra Çin ve Rusya düşünülebilir.

AÇ : Çok kısa söyleyeyim. Avrasya Türkiye açısından Türk inisiyatifinde oluşmak zorundadır. Bunun ilk adımı ön Asya birliği’dir. Şu an ön Asya’da Türk nüfusu çoğunluğu var. Azerbaycan, Suriye, İran, Türkiye dörtgeninde baktığımız zaman ön Asya’da Türk çoğunluğu var. Ama biz ön Asya’dan vazgeçip orta Asya merkezli bir Avrasya’ya yönelirsek, Kafkasya’daki duruma düşeriz. Anlatabiliyor muyum? O zaman önce ön Asya’da devletler birliği, birinci aşama, ikinci aşama Orta Asya-ön Asya birlikteliğidir. O zaman Rusya’yı devre dışı bırakan bir Avrasya sürecini Türkiye merkezli ve Türk inisiyatifinde yeni bir Avrasya gerçekleştirebiliriz. İşte Rusya bunu önlemek istiyor.

İsmim Fatma Sarıkaya, ben de Ankara Koleji mezunuyum. Ankara’da yetişmiş bir Atatürk çocuğuyum, ODTÜ 68 kuşağıyım. 1975’de inşaat mühendisliğinden mezun oldum. İnşaat mühendisleri sadece taş, toprak, bina yapmazlar, bizim bir de su kaynakları laboratuarımız, kıyı liman bölümümüz vardır. Benim mastır tezim tsunami dalgaları üzerineydi. Şimdi kim bana derse ki, 3 ay önce gördüğünüz gibi, kötü bir felaket, insan yapmasıdır Amerika’nın Endonezya’nın Aceh adasının altındaki petrolünü elde etmek için yaptığı bir şeydir gibi bir manada bulunursa, kusura bakmayın, biraz şüphe uyandırır. Eğer ki derse ki depremleri de bazı görüşler yapıyor, İsa’nın çarmıha gerildiği gün bile deprem olmuş, o zaman bu teknoloji dahi yoktu.

AÇ : Tesla teknolojisini incelediniz mi hanımefendi? Bakın o kadar elektronik bir teknoloji, siz inşaat mühendisi gözüyle bakıyorsunuz. Şimdi Tesla teknolojisi üzerine Türkiye’de çok yayın var. Bu ‘high fluency shock wave’ denen bir teknoloji. Bunu siz atmosferde, yerde, denizde, suda kullanırsınız ama yüksek dalga şok akımlarıyla istediğiniz hareketi yaratabiliyorsunuz.

Fiziki olarak imkân yoksa olsa dahi moral olarak imkân yok, bir tek Aceh adası için, 100 binlerce ada, Maldiv adaları, Puket gitti, 100 binlerce insan öldü. Bir sürü endüstriyel, milyarlarca dolara mal oldu. Eğer Tansu Çiller’den daha fazla yolsuzluk yapmış biri varsa o da Benazir Butto’dur. Eğer Afrika ülkelerinin bütün geri kalmışlıkları onların monarşi krallarının savurganlığını İsrail’e yüklersek, bizim başımıza gelen her kötülüğü Amerika’nın yaptığını düşünürsek, yani kendi hatalarımızı sorumluluk almayıp, başkalarına yüklüyoruz demektir. Amerika’nın içinde istikrarsız olduğunu da kim söyledi.

AÇ : Şimdi bakın hanımefendi, bu sorularınızın hepsi saatlerce tartışma gerektirir. Ben Amerika’da 5 kez bulundum. Türk heyetlerini temsilden Washington’daki, Newyork’daki toplantılara katıldım. Amerika’yı tanıyorum, amerikan şehirlerini, amerikan devlet yönetimini, amerikan diplomatlarını da tanıdım. Amerika’yı da izliyorum. Gelelim, sizin teknik, ben teknik bir adam değilim. Sadece yayınları biliyorum. Bir bilim adamı olarak, bakın, burada bir kamu hukukçusu olarak, devlet yönetenlerin teknolojiden yararlandığını da biliyorum. Eğer teknoloji sizin elinizde bir silahsa, biliyor musunuz efendim Almanya çökerken Dan Brown’u Amerikalılar Amerika’ya kaçırdılar. Eğer, Dan Brown atom bombasını Almanya için yapsaydı, iş bitmişti. Hitler bütün dünyaya hâkimdi. Şimdi burada istihbarat örgütleri çok ciddi boyutta, hem teknolojik, üstelik teslayı da Yugoslavya’dan kaçırmışlar 1941’de. Tesla teknolojisi üzerine de çok yayın var Türkiye’de, hem birkaç kitap, hem bir kaç dergide özel sayı oldu, lütfen izleyin, bakın, bu ‘high fluency shock wave’ denen teknolojiyle, eğer dünyaya hâkim olma noktasındaysanız, bunu mutlaka her teknoloji de olduğu gibi kullanabilirisiniz. Zamanlama açısından bakarsanız da, Amerika orta doğuya girdiği bir noktada, batıyı baskı altına aldığı bir noktada doğudan gelebilecek bir tepki, Hindistan veya Çin merkezli bir tepkinin gelebileceği bir süreç içerisinde, zamanlama açısından belirli kuşkuları gündeme getirmektedir. Tartışmayalım. Zaman bitti. Eğer istiyorsanız, çıkışta konuşabiliriz. Bana bu fırsatı veren derneğe tekrar teşekkür ediyorum. Ayrılmadan şunu söyleyeyim. Bu son bahsettiğim makalemle ilgili 15- 20 tane fotokopi getirdim, ilgilenenlere vermek üzere. Eğer bu merkezi devletler birliği projesiyle ilgileniyorsanız, fotokopileri, ilgili arkadaşlara dağıtabilirsiniz.

B : Hocamın bu fotokopilerini verdiği yazısı 15 Şubat 2005 tarihli “2023” Dergisinde çıktı, oradan da okuyabilirsiniz. Ben toplantıyı kapatmadan önce, yeniden sayın konuşmacımıza ve siz katılımcılara BOP Çalışma Grubu adına teşekkürlerimizi sevgi ve saygılarımızı iletiyorum.